Buse Köseer
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. ALTINA DÖNÜŞEN KIRIKLARIN SESSİZLİĞİ

ALTINA DÖNÜŞEN KIRIKLARIN SESSİZLİĞİ

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

“Zaman seni değiştirmiyorsa, acı bunu yapar.” (Carl Gustav Jung)

İnsan doğar, büyür, yaş alır… Ama yalnızca bir kısmı olgunlaşır. Zira olgunluk, yaşla değil, fark edişle gelir. Zamanın omuzlarına yüklediği sessiz bir yolculuktur bu. Ve bu yolculukta en büyük rehber, acı ve ardından gelen sessizliktir. Bir yara açılır ruhun kıyısında, sonra yavaş yavaş kabuk tutar. İşte orada başlar insanın içte büyümesi.

“İnsanı en çok yıkan şey, kendini inkâr etmesidir.” der Kierkegaard. Belki de olgunlaşmak, önce kendini görmeyi, sonra kabul etmeyi öğrenmektir. İçimizde bastırdığımız çocuğun gözleriyle yeniden bakabilmektir dünyaya. Ne kadar kırık olduğumuzu bilip yine de sevmeyi, sevilmeyi hak ettiğimizi anlayabilmektir.

Simone Weil, ruhu en çok büyüten şeyin “kayıp” olduğunu söyler. Kaybetmek, eksilmek değil; derinleşmektir. Sevdiğimiz birini, bir hayali, bir zamanı yitirmek… Başta boşluk yaratır. Ama sonra o boşlukta yankılanan sesler oluruz. Kendi sesimizi, özümüzü ilk kez duyarız orada.

Bilim,felsefe ve şiirler…Hepsi aynı şeyi başka dillerde anlatır: Olgunlaşmak, zamanla insanın kendi içinde yürüdüğü en uzun yoldur.

Marie Curie’nin hikâyesi buradadır: Eşi Pierre Curie’nin ölümünden sonra, bilimle teselli buldu. Işıkla gölgelerin dansında, radyoaktivitenin karanlık enerjisinde, kendi yasını dönüştürdü. Sözleri hâlâ çınlar: “Hayatta hiçbir şey korkulacak değildir, sadece anlaşılmalıdır.” Belki de olgunluk, korkunun yerine anlayışı koyabilmektir.

Doğu’nun bilgeliği bize başka bir pencereden bakar. “Yara, ışığın içeri girdiği yerdir.” der Rumi. Bu söz, bin yıllık bir gerçeğin sade bir şiiridir. Hayatın darbeleriyle çatlayan kalbimizden içeriye sızan ışıktır bizi dönüştüren. Tıpkı Japonya’da kintsugi sanatında olduğu gibi… Kırılan çömlek, altınla onarılır. Kırıklar gizlenmez. Bilakis, vurgulanır. Çünkü kırıldığı yer, onun en kıymetli yeri olur.

Peki ya kendi hayatlarımızda bu çatlaklar? Kimimiz erken büyüdü. Kimimiz birinin yokluğunda. Kimimiz de kendimizin bile tanımadığı bir hâline çarpa çarpa… Kimseye anlatamadığımız gecelerimiz oldu. Gözyaşlarımızı yastığın içine gömüp sabaha yeniden doğduk. O anlar olgunluktu. Kimse alkışlamadı. Ama içimizde bir şey büyüdü.

Nietzsche’nin dediği gibi: “Her derin ruh, sessizdir.”Çünkü olgunlaşmak, bağırmak değil; susmanın içindeki sesi duymaktır. Kırıldığında intikam değil, anlayışla yaklaşmaktır. Gideni lanetlemek yerine, kalana teşekkür etmektir. Zira bazen bir insan gitmese, biz kendimize dönemeyiz.

Einstein bir keresinde “Hayal gücü bilgiden daha önemlidir” demişti. Belki de en büyük olgunluk, hayatı yalnızca bilgiyle değil, hayalle de kavrayabilmektir. Umut etmek, yeniden başlamak cesaret ister. Ama gerçek cesaret, yeni başlangıçlar değil; yarım kalmış hikâyeleri içinde onurlu bir yere koyabilmektir.

Didem Madak’ın dizeleri çınladı kulaklarımızda: “Bütün güzel kitaplar biraz da insanı yalnız bırakır. Kırık dökük bir gülüşle yaşamak bile bir direnmedir.” Hayat bize sadece bilgi değil, sezgi de verir. Kalbimizle düşünmeyi, gözyaşlarımızla görmeyi öğreniriz. Olgunluk, her sabah biraz daha eksilerek ama aynı zamanda biraz daha derinleşerek uyanmaktır.

Ve sonra bir sabah uyanırsın. Kahveni alırsın. Dışarıda rüzgâr yine bildiği gibi eser. Ama sen farklısındır. Aynı cümleleri kurarsın, ama yükleri değişmiştir. Aynı aynaya bakarsın ama bu defa gözlerinin içi başka parlar. Çünkü artık sadece yaş almamışsındır. Olgunlaşmışsındır.

Kimseden onay beklemeden, geçmişinle barışmış, gelecekten korkmadan…Daha az konuşur, daha çok anlarsın.Daha az yargılar, daha çok hissedersin.Ve belki de ilk kez…Kendine tam anlamıyla “merhaba” dersin.

ALTINA DÖNÜŞEN KIRIKLARIN SESSİZLİĞİ
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Türkiye Aktüel ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!