Buse Köseer
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. EKOLOJİK YASIN EŞİĞİNDE

EKOLOJİK YASIN EŞİĞİNDE

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

“Doğa intikam almaz. Hatırlar. Ve hatırlattığında, biz çoktan unuttuğumuzu sanırız.”

Geceleri uykudan uyandıran artık vicdan değil, ani bastıran sıcaklar. Yağmurun gelişi bir şifa değil, selin ön habercisi. Gökyüzü değişti. Ve biz hâlâ balkonumuza çiçek koyarak doğayla barıştığımızı sanıyoruz. Doğa sesini yükselttikçe, biz kulaklarımızı tıkıyor; o çırpındıkça, biz ekranlarımızı kaydırıyoruz. Sanki fark etmemek, yok saymakla eşdeğer olacakmış gibi.

Danışanlarımdan biri geçen gün şöyle dedi:

“Havalar çok değişti ama alıştım artık… Sıcaksa klimanın tuşuna basıyorum, soğuksa kaloriferi açıyorum. Eskisi gibi etkilenmiyorum.”

Ama işte tam da bu cümlede yatıyor asıl kriz. Etkilenmiyoruz. Etkilenmemekle övünüyoruz. Çünkü etkilenenler kırılgan olur, duygusal olur, savunmasız kalır. Oysa biz, hissetmemeyi öğrenmiş bir çağın çocuklarıyız. Doğanın iniltisi arttıkça, biz kulaklıklarımızın sesini yükseltiyoruz.

Eskiden mevsimlerin döngüsüyle birlikte iç dünyamız da değişirdi. Sonbahar hüzne eşlik ederdi, yaz umut getirirdi. Şimdi hava durumu ruh halimizi değil, sadece kıyafet tercihimizi değiştiriyor. Çünkü doğadan değil, konfordan yanayız.

Oysa dışarısı artık gerçekten başka. 2024 yılı, şimdiye kadar kaydedilmiş en sıcak yıl oldu. 2025’in ilk yarısı da bu rekoru geçmeye aday. Sıcaklık artışı artık istisna değil, yeni norm haline geldi. Okyanuslar da bunu saklayamıyor; son 50 yılda %90’ı ısındı. Ama biz, hâlâ sadece “sıcaklar arttı” deyip geçiyoruz.

Ama doğa hâlâ orada. Biz hissetmesek de, sessizce bedenimize dokunmaya devam ediyor. Uyuyamıyoruz, nedeni bilmiyoruz. Nefes almak ağır geliyor, ama havayı suçlamıyoruz. Yazın artan uykusuzluklar, kışın azalan ruhsal enerji, baharın yerini bulamayan geçişleri… Tüm bu belirtiler doğanın dilinden anlamadığımız için boğazımıza düğüm gibi oturuyor. Ve biz hâlâ zannediyoruz ki, sorun sadece içeride.

Bir danışanım, büyük bir alışveriş merkezinde çalışıyor. Orası dışarısı kaç derece olursa olsun sabit 22 derece. Zamanın bile akmadığı, güneşin doğup batmadığı bir alan.

“Hiç mevsim yaşanmıyor hocam, saat yok, pencere yok. Dış dünya donsa bile içerideki ışık hep aynı.”

Düşünüyorum da, belki de doğanın çığlığına kulak tıkamak için kendimize böyle steril odalar inşa ettik. Mevsimsiz, kokusuz, sessiz. Her şeyin sabit olduğu bir dekor içinde, içimizdeki değişimi bastırıyoruz. Ama bu sabitlik, bir huzur değil, ölümün habercisi olabilir. Nabız atmıyor gibi… Ama bu, yaşamın değil, tükenişin sessizliği olabilir mi?

Giderek daha fazla kişi haber izlememeye başlıyor. Orman yangınları, seller, kuraklık haberleri artık ruhu boğan, mideyi sıkan görüntüler haline geldi.

“Bir şey yapamıyorum ki hocam, izleyince sadece suçluluk hissediyorum.”

İklim krizinin görünmeyen ama derin etkilerinden biri de bu: ekolojik kaygı. Özellikle gençler arasında yapılan araştırmalarda, %60’ı iklim krizi nedeniyle gelecek konusunda ciddi bir kaygı taşıdığını belirtiyor. Birçok psikolog artık bu yeni ruhsal durumu kabul ediyor; kaygı bozuklukları içinde yeni bir çağın habercisi gibi. Dünya Sağlık Örgütü, iklim kaynaklı psikolojik etkilerin önümüzdeki on yılın ruh sağlığı sorunlarında temel etken olacağını öngörüyor.

İşte bu yüzden suçlulukla gelen duyarsızlık, zamanla vicdanın yerini alıyor. “Ben zaten bir şey değiştiremem” cümlesi, hem bireysel hem de kolektif bir boyun eğişin özeti. Bu yalnızca bir kaçış değil; tükenmişliğin, çaresizliğin adı.

Belki de biz, doğayı korumayı konuşarak bile doğanın üstüne çıkıyoruz. Sanki biz olmadan doğa var olamazmış gibi. Ama gerçek şu: Biz doğa olmadan yaşayamayız. Oysa doğa biz olmadan iyileşebilir. Belki de biz gidince, yeniden filizlenir her şey. Belki de doğa bizim gürültümüzü bekliyordu durmak için. Çünkü tarih boyunca nice büyük medeniyetler yok oldu. Ama toprağın sabrı baki kaldı. Biz biteriz. O kalır. Ve biz yokken, yeniden başlar.

Yeni bir kavramla tanışıyoruz: ekolojik yas. Doğanın yok oluşuna tanıklık eden insanın farkında olmadan yaşadığı içsel keder. O keder ki, bazen nefes darlığı, bazen bir huzursuzluk, bazen anlamlandıramadığın bir boşluk hissi olarak içimizde kıpırdıyor. Geri dönüşüm yapıyoruz ama aslında bir şeyin geri gelmeyeceğini biliyoruz. Ağaç dikiyoruz ama ormanların sessiz çığlığı kulaklarımızdan gitmiyor. Son iki yılda dünya genelinde toplamda 18 milyon hektar orman, yangınlarla ya da insan müdahalesiyle yok oldu. Bu, Belçika’nın üç katı büyüklüğünde bir alan demek. İçimizde bir yer, artık hiçbir şeyin tamamen eskiye dönmeyeceğini biliyor. Ve o bilgi, bizi her gün biraz daha sessizleştiriyor.

Şimdi sana soruyorum. Son kez ne zaman toprağa çıplak ayak bastın? Bir ağacın gövdesine yaslanıp gerçekten sustun mu hiç? Yazın sıcağını, kışın ayazını, sadece bir his olarak bedeninde taşıdığın bir anın var mı? Ve en çok da şu: Bu dünyaya misafir olduğunu ne zaman unuttun?

Çünkü krizleri çözmek bazen büyük eylemlerle değil, küçük hatırlamalarla başlar. Bir kuşun gölgesini takip etmekle… Yere düşen yaprağı ezmeden geçmekle… Gökyüzüne bakarken içindeki çocuğu susturmamakla. Ve en önemlisi, her şey geçip gittiğinde kendimize değil, ardımızda ne bıraktığımıza bakmakla.

Doğa bir gün bize şu soruyu soracak:

“Benden ne aldın, ne verdin?”

EKOLOJİK YASIN EŞİĞİNDE
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Türkiye Aktüel ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

KAI ile Haber Hakkında Sohbet
Sohbet sistemi şu anda aktif değil. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.