Buse Köseer
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. GÖZLERDEN SAKLANAN KIRIK MASUMİYET

GÖZLERDEN SAKLANAN KIRIK MASUMİYET

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Bir çocuğun suskunluğu, aslında bazen bir toplumun sessiz çığlığıdır. Ama o çığlık ne manşetlere taşınır ne kalabalıklarda yankı bulur. Çünkü biz, duymamayı öğrenmiş bir ülkeyiz. Kulağımız kalabalıklara, gözümüz ekranlara o kadar alışkındır ki, bir çocuğun fısıltısı hiçbir zaman yüksek çözünürlükte görünmez. O fısıltı, karanlık bir odada, belki de yıpranmış bir yorganın altında, korkunun ta kendisiyle baş başa kalır. Ellerini dizlerinin arasına sıkıştırarak oturur, susar. Çünkü susmak bazen tek hayatta kalma biçimidir.

Her sabah uyanır uyanmaz yeni bir haber düşüyor ekranlara: bir çocuk daha, bir kurum daha, bir dava daha… Her biri içimizde derin bir sızı bırakıyor. O an içimiz burkuluyor belki, ama sonra… Kahvemizi koyup güne başlıyoruz. Metroya yetişiyoruz. Randevulara giriyoruz. Ve sanki hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam ediyoruz. Ve her gerçekleştiğinde, sadece bir çocuğun değil, bütün bir toplumun vicdanı biraz daha parçalanıyor. Üstelik bu yara kabuk tutmuyor. Her haber, eskiyi de kanatıyor. Çünkü bu topraklarda çocuklar yalnız büyüyor. Kimisi bahçede oyun oynarken, kimisi gözlerinin içinden taşan bir sessizlikle kanıyor.

Ben bu sessizliği dinliyorum uzun zamandır. Bir seans odasında, duvarları yumuşak renklerle boyanmış, oyuncakların olduğu bir köşede ya da bazen sadece bir sandalyenin ucunda.

Geçen hafta konuştuğum genç bir kadın anlatmıştı: “Bir gün annem beni kurtarır sanmıştım…”

Çocukluğunda öz amcası tarafından istismara uğramış. Annesi duymuş. Ama hiçbir şey yapmamış.

“İşte o zaman anladım,” dedi, “bazı insanlar seni doğurur ama korumaz.” Bu cümle, saatlerce sessizlikten daha ağırdı. Çünkü orada yalnızca çocuk istismarı yoktu; orada terk edilme, görmezden gelinme ve en acısı, güvenin çürüyüşü vardı.

İstismar…

Tek bir kelime. Ama içinde binlerce parçalanmış çocukluk, yutkunulamamış çığlıklar ve gömülmüş oyuncaklar var. Bu topraklarda bazı çocuklar salıncakta gülerek büyürken, bazıları suskunlukla büyüyor. Kimisi ellerini sabunla yıkarken öğreniyor susmayı. Kimisi annesinin gözlerinde gördüğü utancı ezberliyor. Kimisi ise geceleri dua etmeyi bırakıyor. Çünkü umut bile, zamanla terk ediyor bazı evleri.

O sessizliğin içinden geçen her çocuk, hayatı kendine has bir dille yazıyor. Ve o dilin içinde ne harf ne kelime var: sadece kırılganlık. Odanın köşesinde büzülmüş bir çocuk, bedenini değil, ruhunu saklar.

Ve ben, bir danışman olarak, o saklanan yerlerden geçerek yaklaşırım. Ama bilirim: Dokunmadan önce görmen, görmeden önce dinlemen gerekir.

İşte o noktada başlar asıl hikâye. Bir gün on yaşında bir çocuk geldi. Odaya girdiğinde gözlerini kaçırdı.

Küçücük parmaklarıyla tişörtünün kenarını buruşturuyordu. Sesi neredeyse duyulmayacak kadar inceydi:

“Sadece sarıldım sandım…”

Bu cümle, bir çocuğun kendine bile izin veremediği o suçluluk duygusunu taşıyordu. Gözlerindeki yaş, yüzyıllık bir suskunluğun tortusuydu. On yaşındaydı. Ama içine hapsedilen yaş, onca yıldan daha fazlaydı.

Böyle anlarda meslek denen şey unvan olmaktan çıkar. O çocuk seninle konuşurken sadece bir danışan değildir; onunla beraber sana sessizce bakan bir okul koridoru, bir apartman boşluğu, bir mahkeme salonu da vardır. Çünkü istismar, yalnızca bireysel bir sapkınlık değil; toplumun, kültürün, sistemin ve suskunluğun da ortak suçudur. Bir öğretmen fark eder ama susar. Bir komşu duyar ama kulağını tıkar. Bir hâkim delil ister ama çocuk anlatamaz. Ve böylece sessizlik, suçun ortağı olur.

Bir başka seans… Bu kez 14 yaşında bir kız.

Fısıldadı:

“Rüyamda hâlâ o adam geliyor. Geceleri ışığı açık bırakıyorum.”

O adam, yabancı değilmiş. Öz babasıymış. Bu yalnızca bir ihanet değil, ruhsal bir çöküştü. Çünkü travma, sadece bedende değil, bağda yaşanır. Ve travmatik bağlanma, kişinin kendine, başkasına, hayata, aşka, güvene olan inancını kırar. Bu çocuklar büyür. Ama geçmişleri de onlarla büyür. Omuzlarında sadece hatıra değil, kırılmış benlik taşırlar.

İstismar sonrası çocukların yaşadığı ruhsal belirtiler… Değersizlik duygusu, panik atak, beden algısında bozulma, sosyal fobi… Bunlar yalnızca birer semptom değildir. Bunlar, hayata tutunma çabasının görünür izleridir. Çünkü bazı acılar konuşulmaz, yaşanır. Ve sonra… Sessizce hayatta kalmanın yolları aranır.

Bir çocuk daha… Bu kez beş yaşında. Oyun terapisi sırasında odanın köşesine gitti. Minik elleriyle oyuncak polis arabasını aldı, peluş ayıyı kelepçeledi. Gözlerini bana çevirmeden, başını eğerek fısıldadı:

“Kapatın onu. O kötü adam.” Sonra sessizce, oyuncak bebeği sakladı. “Bu da ben olayım. Saklanıyorum.”

O an kelimeler gereksizdi. Çünkü çocuklar bazen konuşmaz, ama oynar. Ve oyun, travmanın dışavurumudur. O minik eller, aslında ruhun en kırılgan yerlerini anlatır. Oyuncaklar sadece eğlence değildir; onlar çocukların bastırılmış acılarına anlam verdikleri birer dildir. Ve ben, bu dili öğrenmek zorundayım.

Freud’un bir sözü var:

“Bilinçdışı, bastırılanın geri dönüşüdür.” Ve biz o geri dönüşü, işte böyle sahnelerde görürüz. Çocuk kurbanı canlandırmaz. Çocuk, canını acıtanı cezalandırır, kendi iç adaletinde. Bu küçük kız, kendini saklarken aslında korunmak istiyordu. Ama o “korunma”yı gerçek hayatta bulamadığı için, onu yalnızca oyun dünyasında kurabiliyordu.

İşte terapist olarak tam da burada, kelimelerden çok sessizliğe kulak vermeyi öğreniriz. Hangi oyuncak seçiliyor? Ne sıklıkla? O sahne kaç kez tekrar ediliyor? Renkler, sesler, sessizlik… Hepsi bir harita çizer.

Ve biz, bu haritayı okumayı bildiğimiz ölçüde çocuğun iç dünyasına yaklaşırız.

Ama her çocuk bu sahneyi canlandıramaz. Bazıları yalnızca bir çizim yapar. Siyah bir ev, camları olmayan. Ya da küçük bir çöp adam, ağzı olmayan. Bazıları ise sadece oturur. Hiçbir şeye dokunmaz. Çünkü dokunmak bile tetikleyicidir.

Bu çocukların suskunluğu, rastgele değil. Onlar konuşmamayı öğrenmişlerdir. Çünkü konuştuklarında kimse inanmamıştır. Çünkü belki de bir kere konuşmuşlardır – ve sonra o sesleri havada asılı kalmıştır.

Sistem susmuştur. Aile susmuştur. Mahalle susmuştur. Ve bir çocuk, sessizliğin içinde unutulmuştur.

Sistem…

Bir çocuğu koruması gereken, güvenli bir ağ değilse eğer; o sistem, kendisi bir yaradır. Danışanlarımın çoğu, yaşadıkları istismarı bir yetişkine anlatmış ama ya inanılmamış ya da üzeri örtülmüştür. Çünkü biz hâlâ “aile içi mesele” deyip kulaklarımızı kapatıyoruz. “Çocuk yalan söyler” diyen bir anlayış, failin değil, kurbanın güvenilirliğini sorguluyor. Ve bu, çocuğun konuşma ihtimalini öldürüyor.

Sistem susarsa, çocuk bir daha asla konuşmaz. Susturulan her çocuk, büyüdüğünde ya kendini susturur ya da başkasına suskunluk miras bırakır. En çok zorlandığım anlardan biri, travmanın yalnızca çocukta değil, çocuğu koruyamayan annede de derin yaralar açtığını görmekti.

Bir anne demişti:

“Onun ağladığını gördüm ama nasıl soracağımı bilemedim. Korktum. Belki de bilmek istemedim.”

Evet, anneler de susar. Çünkü güçsüzdür, çaresizdir ya da sistem onları da yalnız bırakmıştır. Bu durum, travmanın kuşaklar arası aktarımını da kolaylaştırır.

İstismar sadece bireysel bir sapkınlık değildir. Sessiz kalınan her bakış, görmezden gelinen her şüphe, işlenmemiş her ihbar, çalışmayan her denetim mekanizması da bu suça ortaktır. İstatistikler gösteriyor ki, Türkiye’de istismar vakalarının büyük çoğunluğu bildirilmeden kalıyor. Ve karanlıkta kalan her çocuk, biz sustuğumuz için kayboluyor.

Ancak hala geç değil. Çocuklar, doğru zamanda duyulursa iyileşebilir. Doğru terapiyle, doğru destekle, onları saran güvenli bir çevreyle… Ve bazen sadece biri yeter. Bir öğretmen, bir komşu, bir psikolog, bir hâkim… O çocuğun sessizliğini gören biri.

Toplum olarak ne zaman gözlerimizi kapatmayı bırakırsak, işte o zaman değişim başlar. Bir çocuk değişir, bir dünya değişir. Ama önce, bir yetişkin görmeli.

Çocuklar ne zaman susarsa, toplum o zaman körleşir. Ve bir gün, susan her çocuk büyür…

Ve sorar bize:

“Benim sesimi neden duymadınız?”

GÖZLERDEN SAKLANAN KIRIK MASUMİYET
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Türkiye Aktüel ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!