Buse Köseer
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. HALA BURADASIN, HALA SEVİLİYORSUN

HALA BURADASIN, HALA SEVİLİYORSUN

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Bir parkta oturuyordum. Yan bankta yaşlı bir kadın vardı; sessiz, içine kapanık ama gözlerinde bekleyen bir ifade. Elinde küçük bir poşet: iki simit, biraz peynir. Yanına oturdum. Selamlaştık. “Oğlum Amerika’da,” dedi. “İki yıldır dönmedi. Ama yoğundur… Alıştım. Gelen geçene bakıyorum bazen. Belki tanıdık biri olur da iki laf ederiz.” İçim burkuldu. Elimdeki simidi ona uzattım. “Benimki fazla,” dedim. Hafifçe gülümsedi. “Eskiden soframız kalabalıktı evladım,” dedi, “şimdi fazlalıklar da tek kişilik.”

Bu bir tesadüf değildi. Gözümüzle görmesek bile, hepimizin çevresinde böyle hayatlar sessizce yaşanıyor. Kalabalıklar arasında unutulmuş yüzler, duyulmamış sesler var. Ve insan, hâlâ hayattayken unutulmayı kolay kolay taşıyamıyor. Çünkü bir insanın en derin yalnızlığı, konuşabileceği kimse olmadığında değil, konuşmak istediklerinin artık onu duymadığında başlıyor. Biz büyük şeylerin peşinde koşarken, küçük şeyleri kaybettik. Daha büyük evler, daha hızlı arabalar, daha yüksek maaşlar… Ama hâlâ doymuyoruz. Çünkü açlık sadece midede değil; ruh da aç. Ve o açlığı hiçbir kariyer, hiçbir başarı doyuramıyor.

Bir gün bir adamla tanıştım. Üç katlı ev yapmış ailesine. “Yıllarımı verdim,” dedi. “Ne alsam, daha fazlası beklendi. En sonunda eşim gitti, çocuklarım da aramaz oldu. Şimdi bir konteynerda yaşıyorum. Ama dua ediyorum hâlâ. Belki bir gün arayıp ‘baba nasılsın’ derler.” O an şunu fark ettim:

Umut, yıkılan duvarların arasında bile ayakta kalabilen tek şey. Ve insanı hayata bağlayan ip, çoğu zaman hatırlanmak kadar ince bir şeydir. 

Şems-i Tebrîzî, Mevlânâ’ya dokunduğunda ona sadece bilgi değil, kalbin dilini de öğretmişti. “Aklın yolu birdir,” der Şems, “ama kalbin bin bir.” Çünkü bazen bir başka insanın dokunuşuyla kalbimizi duyarız. Ve bazen, en büyük dönüşümler en karanlık ayrılıklardan doğar.

Mevlânâ’ya sormuşlar: 

“Neden bu kadar yanıyorsun?” Cevabı çok sade ama çok derindir:

“Ayrılık sadece bedenle olmaz; ruh terk etti mi, en kalabalık yerde bile ıssız kalırsın.”

Bizler de sevdiklerimizi ruhlarımızla terk ettik. Aynı evdeydik belki, ama aynı duada değildik. Aynı sofraya oturuyorduk, ama aynı sözü paylaşmıyorduk. Görüyor ama görmüyorduk. Duyuyorduk ama anlamıyorduk. Maslow, insanın temel ihtiyaçlarını sıralarken “aidiyet”ten bahseder. Yani bir yere, bir dosta, bir yuvaya ait hissetmekten. Bugünün insanı önce kalabalıklar içinde kayboldu, sonra kendine bile yabancılaştı. Ve belki de mutluluk, hiçbir zaman büyük şeylerde değildi. Albert Schweitzer der ki:

“Gerçek mutluluk, başkasını mutlu ederken farkında olmadan gelir.”

Belki o yaşlı kadın bir ömür dua etti ama cevapsız kaldı. Belki o adam yıllarca çabaladı ama kimse fark etmedi. Ve belki de sen, tam da şimdi birini mutlu edecek güce sahipsin. Sadece bunun farkında değilsin. Modern çağ kulağımıza hep aynı şeyi fısıldadı:

 “Daha fazlası var, yetinme…”

Ama kalbin sesi başka bir şey söylüyor:

 “Azla yetin, çok hisset.”

Montaigne şöyle der:

“Mutluluk, sahip olduklarımızda değil; onları hissediş biçimimizdedir.”

Ama biz artık hissedemiyoruz. Çünkü ruhu değil, görünüşü yüceltiyoruz. Profil fotoğraflarımız var ama sarıldığımız kollar eksik. Binlerce takipçimiz var ama bir kişiye dert anlatamıyoruz. Yine de karamsar değilim. Çünkü hâlâ bir çocuk gülünce yumuşayan ellerimiz var. Hâlâ geç gelen ama içten gelen “özür”lerimiz var. Hâlâ bir bardak çayı iki kişi içince anlam kazanan hayatlarımız var.

Mutluluk koşarak gelmez. Durup bakmak gerekir. Bazen küçük bir tebessümde, bazen unutulmuş bir selamda, bazen sabah gözünü açtığında birinin hâlâ orada olduğunu görmekte saklıdır.

Ve hayat o sırada kulağımıza fısıldar:

“Mutlu ol, çünkü hâlâ buradasın. Hâlâ bir yerlerde seven, sevilen bir kalp seninle atıyor.”

Ve her şey bir gün, “iyi ki” diyebildiğimiz anda başlayacak. İyi ki bu sabah uyandım. İyi ki hâlâ yanımda olanlar var. İyi ki küçük şeyler mutlu edebiliyor beni… Belki de mutluluk dediğimiz şey, sadece budur:

Bir bardak çay, bir eski şarkı, bir içten tebessüm. Ve en önemlisi, hatırlanmak. Çünkü bir insan, hatırlandığı kadar yaşar.

HALA BURADASIN, HALA SEVİLİYORSUN
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Türkiye Aktüel ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!