Kadın severken tükenir bazen. Birini onarmaya çalışırken, kendi içindeki çatlakları unutur. Aşkı bir sığınak sanır, ama çoğu zaman kendini bir savaşta bulur. Ve bir sabah, aynaya baktığında yorgun bir yabancıyla göz göze gelir.
Neden hep kadın yıpranır ilişkide? Belki toplumun ona biçtiği rollerden, belki çocukluktan beri öğrendiği “fedakârlık” ezberinden. “Sen seversin, o değişir.” “Sen sabredersin, o anlar.” Ama ne sabır yetiyor, ne sevgi… Kadın yine de mücadele ediyor, çünkü sevmek onun doğasında var.
Mitolojide Pandora vardır, insanlığa umutla birlikte felaketleri getiren kadın. Kutuyu açtığı için suçlanır. Ama kimse sormaz: O kutuyu neden açtı? Meraktan mı, umuttan mı, yoksa kurtuluşu aradığı için mi? Kadın da çoğu zaman Pandora gibidir. Bir ilişkiye başlarken umutla açar kalbini; sonunda içinden çıkanlarla baş başa kalır.
Psikolojik açıdan kadınların ilişkilerde daha çok yıpranmasının nedeni “duygusal emek”tir. Kadın çoğu zaman sadece sevilmez, aynı zamanda partnerinin duygusal düzenleyicisidir. Onu dinler, anlar, yatıştırır, motive eder. Yani sevmenin ötesinde, bir psikolojik yük taşır. Ama biri ona “Sen nasılsın?” diye sormaz çoğu zaman. O da sessizleşir. Ve bu sessizlik, bir tür içe kapanma hâline dönüşür.
Kadınlar en çok, sevilmek isterken tükenir. Çünkü koşulsuz verirler. Kendilerini ihmal ederler. Ve sonra “ben nereye kayboldum?” diye sorarlar. İlişkideki en büyük yorgunluk, duygusal karşılıksızlıktan doğar. Bir taraf hep verirken, diğeri almaya alışır. Ve kadın, bir noktada içsel bir tükenmişlik yaşar.
Danışanlarımın gözlerinde hep aynı soru vardır: “Ben sadece sevdim, neden yetmedi?” Cevap nettir: Çünkü kendini sevmeyi unuttun. Sevgi, paylaşmak kadar sınır koyabilmeyi de gerektirir. “Ben varım” diyebilmektir.
Kadın, iç dünyasında bir ormandır. Bir yanı kuş sesleriyle dolu, bir yanı yanık toprak gibi sessiz. Kökleriyle direnir, dallarıyla ulaşır, ama bazen rüzgâr onu kırar. Yine de, her kırılmanın içinde bir filiz gizlidir. Yeniden doğmak, kadınların kadim yeteneğidir.
Tarihte, aşkın içinde tükenip yeniden doğan sayısız kadın vardır. Frida Kahlo mesela… Aşkı onu paramparça etti, ama resimleriyle kendini yeniden kurdu. Simone de Beauvoir, “Kadın doğulmaz, kadın olunur” derken aslında şunu söylüyordu: Kadın, kendini yeniden inşa etme gücüne sahip tek varlıktır.
Bugün belki sen de o yorgun kadınlardansın. Bir ilişkiyi taşırken kendi ruhunu unutanlardan. Ama bil ki, kendi kalbini onarmak bir ihanettir sanma. Aksine, en derin sadakattir.
Kadın, aşkın içinde kaybolarak değil, kendini bularak sevmeyi öğrenmeli. Çünkü gerçek aşk, dengedir. Ne tamamen vermek, ne de bencilce almak. Bir denge hâlidir; iki varlığın birbirinin alanına saygı duyduğu o ince çizgi.
Ve belki de artık Pandora’nın kutusunu değil, kendi kalbini açma zamanı. İyileşmenin ilk adımı, “artık yeter” diyebilmektir. Çünkü sevgi, önce kendinde filizlenir. Kendini seven kadın, bir daha asla tükenmez.
“Kadın, sevildiğinde değil; kendini sevdiğinde tamamlanır.”