Buse Köseer
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. SOSYAL BİLİMLER
  4. ZİHİN BAHÇESİNDE ANILARI BUDAMAK

ZİHİN BAHÇESİNDE ANILARI BUDAMAK

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Duygularımız, beynimizin mimarını nasıl yönlendirir? Unutmak bir zaaf mı yoksa savunma mekanizması mı? Her yeni bilgi, eskisini nasıl değiştirir? Bu yazıda hafızamızın bilinçli ve bilinçdışı oyunlarına bilimsel bir mercekle bakıyoruz.

Hafıza, bir kameranın sadık kaydı gibi gözükse de, aslında oldukça karmaşık bir hikaye anlatıcısıdır. Bir anı, zihnimize öyle kazınır ki yıllar geçse bile silinmezken, bazılarının ise birkaç günde izi bile kalmaz. Beynimiz, anıları sadece yaşadığımız gibi değil, hissettiğimiz ve yorumladığımız şekilde kodluyor. Bu nedenle, hatırlamak; bazen yeniden yaratmak gibidir. Her geri çağırmada, anıları biraz daha değiştiriyoruz; abartıyor ya da gereksiz detayları düzleştiriyoruz. Peki, beynimiz bu seçimi neye göre yapıyor? İşin sırrı büyük ölçüde duygularda gizli.

Özellikle çocukluk anılarında, travmalar, büyük sevinçler ve yaşamın dönüm noktası olan olaylar aklımıza kazınır. Beynimiz, duygusal anıları işlerken, amigdala bölgesini aktive edip hipokampüsle çalışarak bu anıları uzun süreli belleğe geçiriyor. Yani ne kadar çok duygu, o kadar güçlü iz… Beyin, anılarındaki boşlukları kapatmak için mantıklı hikayeler uyduruyor. Bunu “konfabulasyon” olarak adlandırıyoruz. Bu fenomen, tıpkı bir bahçıvanın gereksiz dalları budaması gibi… Hatta gündelik yaşamda, bir arkadaşımızla gittiğimiz etkinlikte yaşadıklarımızı başka etkinlikle karıştırmamız sık sık görülen bir durum. Bu tamamen hafızamızın bize oynadığı minik oyunlardan biri. Hafızamız, gerçekliğin mutlak bir kaydı değil; bizlerin içsel tutarlılığına sadık kalma yolculuğundaki bir rehber.

Ancak yalnızca travmalar değil, tekrar da hafızayı güçlendirir. Bir şiiri ezberlemek, onu tekrar etmekle mümkündür. Bu yüzden bazı şarkı sözlerini 20 yıl sonra bile hatırlıyoruz. Beyin, sık tekrar edilen bilgileri “önemli” olarak etiketleyip özel bir alan açıyor.

Nostaljik anılar, genellikle gençlik yıllarımızdan gelen, yoğun duygularla örülü ve kimliğimizi biçimlendiren hatıralar arasında yer alıyor. İnsanlar genelde 10-30 yaş arasındaki dönemi daha net hatırlıyor ve buna “reminiscence bump(anı patlaması)” deniyor. Bununla birlikte, birçok insanın 3 yaş öncesine dair net bir hatırası yok; bu duruma “infantil amnezi” deniyor. Beynin hafıza ile ilgili yapılarının tam gelişmemiş olması ve çocuklukta yaşananların henüz “anlamlı hikâyelere” dönüştürülememesi, bu durumu açıklıyor.

Unutmak genellikle olumsuz bir şey gibi algılanır. Ödevini unutan öğrenci, doğum gününü unutan sevgili ya da kaybolmuş bir şifre… Ancak unutmak, beynimizin hayatta kalma stratejilerinden biridir. Bunun altında yatan biyolojik temeller, her gün milyonlarca bilgiyle karşılaşmamızın getirdiği zorlukla ilgilidir. Her şeyi saklamaya çalışmak, zihnimizde felç etkisi yaratır. Sinaptik budama, gerek olmadığını düşündüğümüz bilgilerin silinmesi sürecidir. Beyin, adeta bir bahçıvan gibi; sadece işine yarayan bilgileri bırakır ve daha verimli bir düşünce yapısı oluşturur.

Bir başka ilginç nokta ise, bazı anıları özellikle unutmamızdır. Freud’a göre, bu “bastırma” yoluyla zihnimizin kendini koruma mekanizmasıdır. Dayanılması güç travmatik anılar bilinçdışına itilerek unutulur, ancak tamamen kaybolmazlar. Modern psikoloji de, belirli durumlarda unutmanın bir tür savunma mekanizması olabileceğini kabul eder. Unutmanın ve hafızanın gücünü anlamak; geçmişi, dün ve bugün arasında bir köprü kurarak geleceği şekillendirmemize yardımcı olacaktır.

Hafızamız bizleri biçimlendiren ama aynı zamanda yanıltabilen bir yoldaş. Siz hiç tamamen yanlış hatırladığını fark ettiğiniz bir anı yaşadınız mı? Belki de, hafızamızın karmaşık ama bir o kadar da öğretici yollarında bir yolculuğa çıkmanın tam zamanıdır.

Ancak bu rehber her zaman güvenilir mi? Biraz düşünelim: Kimi zaman anılarımız öyle çarpıcıdır ki, sanki dün yaşanmış gibi hissederiz; bazen de en yakınlarda yaşanan olaylar bile bulanık hatıralar olarak aklımızda kalır. İşte bu noktada hafızamızın doğasına dair bazı sorular gündeme gelir: Hafıza, gerçekten bize ait olanı kaydediyor mu yoksa inşa edilmiş bir dünya mı yaratıyor?

Fransız psikolog Sigmund Freud’un savunmasını hatırlayalım. Beyin, duygusal yükü kaldırmakta zorlandığında “bunu sonra konuşalım” diyerek hafızayı iptal ediyor. Unutmanın, zihnimizin doğal bir iyileşme süreci olduğu gerçeği çok önemli. Kaybettiğimiz bir yakınımızla ilgili her detayı sürekli hatırlamak, hayatımızı zorlaştırabilir. Zamanla, bu anıların duygusal yükü hafiflerken; acı silikleşir. Bu da daha sağlıklı bir yaşam için gereklidir.

Hafızamız, zamanla şekil alan ve sürekli güncellenen bir anlatıdır. Ancak bu sürekli değişim, bazen yanıltıcı olabilir. Özellikle stres altında ve duygusal yoğunluk içeren olaylar yaşandığında hafızamız da daha çarpık hale gelmektedir. Elizabeth Loftus’un çalışmalarında katılımcılara bir trafik kazası videosu izletilmiş ve ardından yapılan sorularda kelimelerin tonu hafızada önemli değişikliklere yol açmıştır. “Çarptı mı?” yerine “paramparça etti” gibi ifadeler kullanarak insanların hatırladığı detayların ne kadar farklı olabileceğini gösteriyor. Yani hafıza, sadece yaşanan olaylardan değil, olayın sorgulanma şekline göre de şekilleniyor.

Hafızamızın bu esnekliği, günlük hayatımızda da sıkça karşımıza çıkıyor. Anahtarlarımızı nereye koyduğumuzu düşündüğümüzde, aslında onları bırakmadığımızı fark etmeyebiliyoruz. Bu durum, hafızanın hayal edilen ve gerçeği ne kadar çabuk karıştırabileceğinin bir göstergesi.

Yani hafıza, geçmişin canlı bir kaydı değil; bugünün yorumuyla şekillenen bir anlatıdır. Bu değişim, geldiğimiz noktayı anlamamız açısından önemlidir. Hafızamızı bir bahçıvan gibi düşünelim. Zamanla gereksiz, eski ve kullanılmayan bilgileri budayarak sağlıklı bir zihin bahçesi oluşturmaya çalışıyor. Ancak budama işlemi sırasında önemli anılar bile yanlışlıkla silinebiliyor.

Hafızamızdan beklenen, sadece doğru detayları her şeyiyle hatırlamak değil, hatırladıklarımızın hayata nasıl bir anlam kattığı ve zihin dünyamızda yarattığı etkiyle kim olduğumuzu anlamaya çalışmaktır. Çünkü yaşadığımız anıların kalitesi, kim olduğumuzu ve nasıl bir yolculuğa çıktığımızı belirliyor.

Geçmişe ait anılar, bugünün noktasında bize ışık tutan önemli birer yol göstericidir. Ancak bu yolculukta güvenilir bir pusula bulmak, zaman zaman evrensel bir merhametle; kimi zaman ise hafıza ile olan içsel çatışmalarımızla yüzleşmek gerektiğini hatırlatır. Hafızamızın içinde kaybolurken asıl olan, bizim kim olduğumuzdan daha çok, o kimliği şekillendiren kayıtlardır.

ZİHİN BAHÇESİNDE ANILARI BUDAMAK
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Türkiye Aktüel ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

KAI ile Haber Hakkında Sohbet
Sohbet sistemi şu anda aktif değil. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.