2019 yılında Covid-19 virüsü nedeniyle ilan edilen pandemi, yeni bir dönemin başlangıcını işaret etti. Bu yeni dönemde, 2025 yılına kadar çeşitli aşamalardan oluşan bir geçiş süreci yaşanacak. Bu süreçte, “dip dönem” olarak adlandırılan bir evre bulunuyor; bu dönem, dünyada birçok şeyin sıfırlandığı bir zaman dilimidir. Ardından, yeni çağın kuralları belirlenecektir.
Yakın geçmişten yeni çağa geçerken, insanlığın karşılaştığı bazı miraslar var ki, bunlar pek de iç açıcı değil. Küresel ısınma, göç, doğal afetler, savaş ve kıtlık gibi sorunlar, çözülmesi gereken ciddi meselelerdir. Bu sorunlarla mücadele, yalnızca ülke bazında değil, tüm ülkelerin bir araya gelerek ortak bir akılla makro ölçekte gerçekleştirilmelidir. 2023 yılına kadar bu sorunlar, göz ardı edilerek geçiştirildi. Ancak dünya artık bu sorunları açıkça dile getirmeye başlamışken ve barışın sağlanması her şeyden daha önemli hale gelmişken, bu konularda harekete geçmek için en uygun zaman olduğu söylenebilir.
Küresel ısınma konusu bir süredir gündemde olan, çabaların sarf edildiği fakat olumlu sonucunun alınamadığı bir konudur. Dünyada 1750-1900 arasındaki sanayi devrimi döneminde küresel ölçekte sıcaklığın 1,1 derece arttığı biliniyor. 2016’da El Nino sonucu sıcaklıklar, sanayi devrimi öncesi dönemin 1,2 santigrat üzerine çıkarak sanayi devrimi sonrasının rekorunu kırmıştı. Bilim insanları, küresel ısınmanın iklim değişikliği kaynaklı olduğuna dikkati çekiyor. (Aydın, 2022)
İklim değişikliğiyle ilgili olarak 22 Nisan 2016 tarihinde 175 ülkenin temsilcileri Paris İklim Anlaşması’nı imzaladı. Anlaşmaya katılan ülkelerin amacı, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine karşı uyum yeteneğini ve iklim dayanıklılığını artırmaktır. Anlaşma, sıcaklık artışını sanayileşme öncesi döneme göre uzun vadede 2 santigrat derecenin altında tutmayı hedeflemekte ve 1,5 santigrat derece hedefine ulaşmanın önemine vurgu yapmaktadır. Ancak, şu ana kadar katılımcı ülkelerin bu hedefe ulaşamadığını belirtmek gerekir.
Küresel ısınmaya ve savaş durumlarına bağlı olarak iklimlerin değişmesi sonucu kıtlıklar söz konusu olacak. 2022’ de azalan su seviyeleri Afrika’daki gıda krizini artırırken, Avrupa’da üretimi olumsuz etkiledi, Çin’de fabrikaların kapanmasına yol açtı. Su kıtlığı ayrıca ABD’yi batı eyaletlerinde su salınımını sınırlamaya zorladı. Latin Amerika’da ise sosyal huzursuzluğu tetikleyerek şirketler ve topluluklar arasındaki gerilimi üst seviyelere çıkardı. Maalesef 2023 yılı için tahminler daha kötü. Su sıkıntısı yeni normal haline gelecek ve nehir su seviyeleri yeni dip seviyelerine çekilecek. Çok daha önemli olan ise küresel olarak şirketlerin üçte ikisinin, operasyonlarında veya tedarik zincirlerinde önemli su riskleriyle karşı karşıya kalacak olması. (Şengüler, 2023) bu konu sonuçları itibariyle tamamen insan kaynaklıdır. Sonuçları itibariyle dünyanın çok kötü senaryolara hazırlıklı olması gerekmektedir.
Savaşlar, dünyada yeni bir çağın başlamasıyla birlikte yakın dönemdeki blokların çöküşü ve yeni blokların oluşumunu beraberinde getirecektir. Bu geçiş sürecinde, çeşitli ölçeklerde doğrudan ya da dolaylı savaşların yaşanması kaçınılmaz görünmektedir. Yeni bloklar, bu yeni çağın süper güçleri arasında şekillenecektir.
Yukarıda saydığımız tüm sorunların sonucu göç olacaktır. Global ölçekte ya da ülke içi göçlerle dünya demografisi hemen hemen tüm ülkelerin etkileneceği şekilde değişecektir. Dünyayı bekleyen esas tehlikenin göç olduğunu söylemeliyiz. Kısır döngüye girdiğinde ise bölgede istikrarsızlık yaşanacağı nettir. Dünya Bankası’nın çalışması, 2050 yılına kadar, küresel ölçekte 216 milyon kişinin kuraklığın ve doğal afetlerin sebep olabileceği su ve gıda kıtlıklarının yanı sıra, aşırı hava olayları yüzünden göç etmek zorunda kalabileceğini gösteriyor. (Alkin, 2022)
Ülkemiz, göç olgusundan önemli ölçüde etkilenmiş ve bu etki devam etmektedir. Hem dışarıdan gelen göçler hem de iç göç hareketleri nedeniyle demografik yapımız tam olarak oturmuş değildir. Cumhuriyetin ilanından sonra köylerden şehirlere gerçekleşen göç, çarpık bir yapı oluşturmuş ve bu durum günümüze kadar artarak devam etmiştir. Bu çarpık demografik yapı üzerindeki dengesizlikler, zamanla meydana gelen doğal afetlerin etkisiyle daha da belirgin hale gelmiştir.
Yukarıda, göçün sebep-sonuç ilişkisini ve sonuçların yeni sebepler doğurduğunu gösteren bir görsel bulunmaktadır. Göç, diğer tüm sorunların bir sonucu olarak ortaya çıkmakta, ancak bu sonuçlar yeni sorunlar yaratmaktadır; bu durum, konunun kısır bir döngüye dönüşmesine yol açmaktadır.
Türkiye’nin yeni çağda süper güçlerden biri olabilmesi için öncelikle demografik yapısını düzeltmesi gerekmektedir. İş gücünün ve kültürel gelişimin dengeli bir şekilde dağıtılması önem taşımaktadır. Bu bağlamda, acilen bir Göç Bakanlığı’nın kurulması şarttır. Bu bakanlık, demografik dengenin sağlanmasında kritik bir rol oynamalıdır. Özellikle doğal afetler, savaşlar ve kıtlık gibi potansiyel felaketlere karşı önlem almak, demografinin dengeli bir şekilde dağıtılmasıyla mümkün olacaktır. Ayrıca, dışarıdan gelen göçmenlerin ülke demografisine zarar vermeden rehabilite edilip entegre edilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle, Göç Bakanlığı’nın varlığı son derece önemlidir.
Göç, önümüzdeki uzun yıllar boyunca dünya genelinde bir gerçeklik olarak varlığını sürdürecektir. Bu nedenle, göçü fırsata dönüştürmeyi başaran ülkeler, bu süreçten kazançlı çıkacaklardır. Göçü fırsata çevirmek, göçmenlerin ülkenin üretim sürecine olumlu katkılar sağlayacak şekilde entegre edilmesi anlamına gelmektedir. Eğer bu entegrasyonda başarılı olunursa, göçün olumlu etkilerinden söz edilebilir. Aksi takdirde, göçmenler, ülkenin kaynaklarını ve ekonomisini tüketen, ancak karşılığında hiçbir fayda sağlamayan bir grup olarak toplumda kutuplaşmaya yol açabilirler. İşte bu noktada, Göç 5.0, teknolojiyi insan odaklı bir yaklaşımla, göçün ülkenin gelişimi için bir insan kaynağı olarak değerlendirilmesine yönelik bir model sunmaktadır.
Dünya genelinde yaşlı nüfusun artması gözlemlenmektedir. Birleşmiş Milletler Cinsel Sağlık ve Üreme Sağlığı Ajansı (UNFPA) verilerine göre, dünyada 65 yaş üstü kişilerin oranı 1974 yılında 5,5 iken 2024 yılında neredeyse iki katına çıkarak yüzde 10,3’e yükseldi. 2074 yılında bu sayının tekrar ikiye katlanarak yüzde 20,7’ye yükselmesi, 80 yaş ve üzeri kişilerin sayısının üç kattan fazla artması bekleniyor. TÜİK verilerine göre Türkiye’ye 2023 yılında göç edenlerin yaş grubu incelendiğinde, en fazla göç edenlerin %12,7 ile 20-24 yaş grubunda olduğu görüldü. Bu yaş grubunu %10,8 ile 25-29 ve %10,3 ile 15-19 yaş grubu izledi.
Ayrıca göçün önümüzdeki yıllarda daha da artacağı ön görülmektedir. Sadece iklim değişikliğine bağlı olarak bile 2050 yılına kadar projeksiyonu çizilen göç rakamları inanılmaz. Birleşmiş Milletlere (BM) bağlı Uluslararası Göç Örgütü tarafından 2022’de yayımlanan “İklim Değişikliği ve Gelecekteki İnsan Hareketliliği” raporuna göre küresel ısınmanın ulaşabileceği dereceler ile nüfusun büyüme hızına bağlı olarak rakamların değişebileceğinin altı çizilen raporda, 2050’ye kadar 44 milyon ile 113 milyon arasında kişinin ülkeleri içinde göç etmelerinin beklendiği kaydedildi. Raporda, iklim değişikliğinin daha şiddetli yaşandığı kötümser bir senaryoya göre ise bu rakamın 125 milyon ile 216 milyon arasında bir noktaya ulaşabileceği uyarısında bulunuldu.
Böyle bir durum söz konusu iken ve göç kaçınılmaz bir gerçek olarak kabul edilmesi gerektiğinde, bu alanda kurumsal düzeyde çalışmaların yapılması elzemdir. Göç 5.0 perspektifine göre atılması gereken ilk adım, Göç Bakanlığı’nın kurulmasıdır. Göçle ilgili kurumsal düzeyde çalışmaların gerçekleştirilmesi şarttır. Tüm bu faaliyetlerin, merkezi ve güçlü bir yönetim altında, tek bir çatı altında Göç Bakanlığı aracılığıyla yürütülmesi gerekmektedir.
Göç 5.0 bakış açısıyla Göç Bakanlığı aşağıdaki amaçlar doğrultusunda çalışmalar yapmak üzere kurulmalıdır:
1. Nüfusun demografik yapısının sağlıklı hale getirilmesi için politikaların oluşturulması,
2. Ülkemizde kalacak sığınmacı ve göçmenlerin rehabilite edilmesi,
3. Ülkemizde kalacak sığınmacı ve göçmenleri üretime ve iş dünyasına dâhil ederek ekonomik olarak katma değer yaratılmasını sağlamak,
4. Ülkemizde bulunan ve gönderilebilecek olan sığınmacı ve göçmenlerin sağlıklı şekilde sınır dışı edilmesi,
5. Tersine iç göç için stratejik yol haritası ve politikaların oluşturulması,
6. Tersine beyin göçü politikası ile yurtdışında bulunan Türklerin yurda dönüşünün sağlanması.
Göç Bakanlığı, altı ana amaç doğrultusunda bir araya gelerek, Göç 5.0 vizyonu çerçevesinde Yeni Dünya 5.0’ın göçle ilgili en önemli aracı haline gelmiştir. Bu durum, çalışmaların tek bir merkezden yürütülmesinin başarıyı getireceğini, aksi takdirde başarısızlığın kaçınılmaz olacağını göstermektedir.
Devlet yönetimleri, krizleri fırsata dönüştüren bir vizyonla hareket ederek, ülke için en fazla faydayı sağlayacak politikalar geliştirmeli ve uygulamalıdır.
Göç 5.0’ın teknoloji boyutunda ise, üretimin teknoloji ile entegre edilerek verimliliğin artırılması esas alınmaktadır. Beyaz yakalı veya mavi yakalı işlerde, insan faktörünün verimliliğini artırmada en önemli araç teknolojidir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta, teknolojinin insanın yerini almak yerine, üretim sürecinde insanın birim üretim zamanını kısaltmasına yardımcı olmasıdır. Yani, insan üretkenliğini artırmada destekleyici bir araç olmalıdır. Aksi takdirde, teknoloji insanla çatışma içine girebilir. Oysa teknoloji, insanın işini kolaylaştırmak için var olmalıdır.