Kaht, Türkçe’de “kuraklık, kıtlık” anlamına gelir. Genellikle devlet yönetiminde, devlet adamının bulunamaması sorununda “Kaht-ı rical” olarak yaygın kullanımıyla bilinir. “Kaht-ı” kelimesi, yokluğu ifade etmektedir. Sonrasında gelen kelimenin yokluğunu niteler.
“Kaht-ı ahlak” ise bir devlet yönetiminde ahlakın olmaması, kıtlığı durumudur. Bir devlet yönetiminde, ricalin en önemli gereksinimi liyakat gibi düşünülse de öncesinde sahip olması gereken şey ahlaktır. Dolayısıyla birisinin devlet yönetiminde bulunabilmesi için bakılması gereken liyakatten önce ahlaktır.
Devlet yönetimi iki farklı bakış açısı olan bir habitattır. Birinci bakış açısı, bireysel istikbale ulaşmak; zenginleşmek ve güce ulaşarak elinde tutmak için kullanılan bir araçtır. İkinci bakış açısı ise devletin, milletin geleceği için gece gündüz çalışılması gereken, çalışmanın yetmediği kişinin kendisini vakfetmesi gereken bir hayat biçimidir. Birinci bakış açısında devlet araç, ikinci bakış açısında ise amaçtır.
Kaht-ı ahlakın olduğu durumlarda devlet ricalinin genelinde, birinci bakış açısı hâkimdir. Bu dönem yakın tarihte, Osmanlı’nın son döneminde yaşanmıştır. Fransız İhtilali ile başlayan milliyetçiliğin yarattığı yıkımı hızlandıran ve Devleti Âliyye’nin yıkılmasının sebebi kaht-ı ahlaktır. Yönetimsel açıdan bir devletteki tüm sorunların kök nedeni liyakattir. Bu tespiti Devleti Âliyye anlayamadı, bugün bile tam anlaşıldığını görmüyoruz. Devletteki sorunların sebebi liyakatsizlerdir. Zaten liyakatli olunsa sorun oluşmaz. Velev ki oldu, liyakatli birisi sorunun çözümünün yolunu açılması için istifa eder. O yüzden istifa erdemli bir harekettir düşüncesi ortaya çıkmıştır. İstifa kurumu, devletin istikbali için kişinin kendinden vazgeçmesidir. Bu erdemli bir davranıştır ve alkışı hak eder. Fakat günümüzde istifa etmek, yenilmek gibi algılatıldığı için, zayıflık ve/veya yüz kızartıcı bir durummuş gibi görülüyor. Bu son derece yanlış bir algıdır. İstifa etmek, kişinin egosunun, benlik duygusunun devletten büyük olmadığını gösterir. Bu yüzden de istifa başarıdır. Fakat elbette yukarıdaki bakış açılarından birinci bakış açısına sahip, yani kaht-ı ahlak ve kaht-ı liyakat sahibi kişilerin yapmayacağı bir eylemdir. Çünkü ahlak ve liyakat yoksunu bir kişinin egosu ve kibri; kendisini devletten büyük gördüğü için, görevi bırakmasına mâni olur.
Kaht-ı ahlak dönemleri, devletin değil ama devlet yönetiminin zihnen yıkımının göstergesidir. Kaht-ı ahlak dönemiyle devlet mental olarak yıkılmış demektir. Bu bir sondur. Devletin psikolojik olarak dibe vurduğu andır. Bu dönemde, devlet ricali kendini ispat etmek ve görevini sürdürmek için elinden gelen her şeyi yapmakla meşguldür. Çünkü bireysel istikbali gereği daha fazla süre devlet yönetiminde görev almalıdırlar. Fakat bu döneme girilmiş ise kritik pozisyonlarda bulunan kadronun tamamı ve orta düzey yönetici kadronun çoğunluğunun istifa etmesi gerekir.
Devleti, mental olarak dibe vurduran kadro, bir daha zirveye çıkaramaz. Bu sebeple kaht-ı ahlak dönemine girildiğinde devlet ricalinin büyük bir oranda değişimi gerekir.
Peki kaht-ı ahlak dönemi nasıl anlaşılır? Eğer ki gerçeklerin yerini algılar, liyakatin yerini biatler, iş yapmanın yerini rüşvetler, vatandaş odaklı olmanın yerini kibir, devlet hırkası hassasiyetinin yerini israf aldıysa kaht-ı ahlak dönemi teşhisi yapılabilir. Çözümü tek ve nettir. Zihinsel olarak devlet ricalinin genelinin değişimi. Aslında bu devlet yönetimi açısından bakıldığında devlet politikasının değişimidir. Bir sayfanın kapanıp yeni sayfanın açılmasıdır.
Devlette yeni bir dönemin başlamasıdır. Bu değişim yürütmenin tamamı yani hükümetin değişmesi demek değildir. Hükümet aynı kalabilir. Lider değişmez. Fakat liderin kadrosunun değişmesidir. Farklı zihniyete sahip kadronun eskimiş, devlet yönetiminde kaht-ı ahlak ve kaht-ı liyakat haline getirmiş kadronun değişimidir. Bu değişim, kaht-ı ahlakın ve diğer sorunların tek çözümüdür. Çünkü bir devlet yönetiminde ne sorun olursa olsun, kök nedeni mutlaka kadrodur yani devlet ricalidir. Devlette her şey yönetmekle alakalıdır. Ekonomiden sağlığa, spordan aile ve sosyal hizmetlerine, adaletten güvenliğe kadar tüm konuların yönetilme sorunsalıdır. Bu yönetimlerin birleşimi de yürütme erkini oluşturur. Yani bir ülkede ekonomi, sağlık sistemi veya spor bozuksa yönetimde birtakım sorunlar varsa, bu da devlet ricalinin doğru yönetemediğini gösterir. İşte bu sorunlara sebep olan devlet yöneticileri, çözüm olamaz. Bu yönetimin doğasına aykırıdır. Sorunun kaynağı bir zihniyet, çözümün parçası olamaz.
Kaht-ı ahlak, bir süreç sonunda yaşanan, sonuçtur. Kaht-ı ahlakın yönetimsel olarak teşhisi konulduktan sonra tedavisi tektir. Zihniyet değişiminin olduğu devlet yönetiminde bulunan kadronun değişmesidir. Bu değişim, bir zayıflık göstergesi değildir. Bilakis tedavinin kendisidir. Bunu uygulayabilmek bir başarıdır. Bu değişimi yapabilen lider, kendine güvenen, hedefi belli olan, devletini yükselişe geçirmek isteyen ve tarihe iyi olarak geçmek isteyen liderdir.
Sonuç olarak kaht-ı ahlak dönemi, devletin mental olarak dibe vurduğu ve yönetimde tükenmişlik sendromu yaşandığı döneme denir. Tek çözümü ise bu zihniyete sahip devlet ricalinin istifasıdır ve değişimdir. Eğer ki devlet yönetimi kaht-ı ahlak sorunun farkında olup yüzleşmekten kaçınırsa sonu devletin yıkımı olur ki, Devleti Âliye’nin sonu bu duruma güzel bir örnektir. Devlet yönetiminde başarılı olmak isteniyorsa geçmişi yani yönetim tarihini çok iyi bilmek gerekir. Devlet ricalinin yönetim tarihine bu yüzden önem vermesi gerekiyor.