Son zamanlarda dillerden düşmeyen, sosyal medyayı kasıp kavuran bir söylem var: Günümüz insanı artık ‘açık’ gezmiyor, ‘çıplak’ geziyor! Arada uçurum var.” Bu kesin ifade, sıradan bir giyim eleştirisi olmanın çok ötesinde, toplumumuzun içinde bulunduğu vahim durumun ve ahlaki değerlerimizin erozyonunun acı bir gerçeğini yansıtıyor. Peki, bu keskin ayrım nerede başlıyor ve nerede bitiyor? Mahremiyetin iflası mı bu, yoksa büyük bir yanılsama mı yaşıyoruz?
Mahremiyetin İflası mı, Yanılsama mı?
İnsanlık tarihi boyunca giyinmek, sadece basit bir ihtiyaç değildi; bir simgeydi. Kimlik, statü, aidiyet, mahremiyet… Her bir iplik, her bir desen, bedenimizi örttüğü kadar ruhumuzu da yansıtırdı. İslam inancında ise örtünmek, hem erkek hem de kadın için sıradan bir kural değil, ilahi bir emirdir! Bu, sadece fiziksel bir eylem değil; aynı zamanda nefsi terbiye, edep ve Allah’a karşı derin bir saygının ifadesidir!
“Avret” kavramıyla belirlenen sınırlar, Kur’an’ın açık ayetleriyle sabittir: Erkeğin de kadının da belirli bölgelerini örtmesi farzdır. Hatta yalnızken bile mahremiyetin korunması, İslami hassasiyetin temelidir. “Ey Ademoğulları! Her mescide gelişinizde güzel elbiselerinizi giyerek gelin” (el-A’raf, 7/31) emri, giyimin sadece bedeni kapatmak değil, aynı zamanda manevi bir duruşun ve saygınlığın yansıması olduğunu bildirir. Peki, bugünün “modası” adı altında dayatılanlar, bu ilahi emre ne kadar sadık kalıyor?
İnce Çizgiden Uçuruma: Örtünmek mi, Sergilemek mi?
Fıkıh, giyimin temel niteliklerini net bir şekilde ortaya koyar: Örtü, vücut hatlarını belli etmeyecek kadar kalın, cildin rengini göstermeyecek kadar sık dokunmuş olmalıdır. Şimdi etrafımıza bakalım: Şeffaf, incecik kumaşlar, daracık kesimler… Bunlar, fıkhi tanıma göre örtünmek midir, yoksa örtünmenin ta kendisini ihlal etmek midir?
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) “Ey Esma! Şüphesiz kadın erginlik çağına ulaşınca, onun şu ve şu yerlerinden başkasının görünmesi uygun değildir” derken yüzünü ve ellerini işaret etmesi, bu sınırın kesinliğini gösterir. Kadınların, yabancı erkeklerin yanında dış giysi giymesi gerektiği, Kur’an’ın sarih ifadesidir (el-Ahzâb, 33/59). Bu emir, bireyi korumayı ve saygınlığını muhafaza etmeyi hedefler. Peki, günümüzdeki bazı “giyim tercihleri”, bu koruyucu kalkanı paramparça etmiyor mu?
“Açık gezmek” belki bir stil beyanı, bir özgüven gösterisi olarak kabul edilebilir. Ancak “çıplak gezmek” söylemi, giysinin sadece örtme işlevini yitirdiğini değil, aynı zamanda mahremiyetin ayaklar altına alındığını, bedenin utanç verici bir şekilde sergilendiğini, hatta cinsel bir objeye dönüştürüldüğünü haykıran keskin bir alarm zili! Bu, ruhun değil, bedenin; değerlerin değil, estetiğin çarpık bir şekilde ön plana çıktığı bir çağın habercisi değil mi?
Değerlerimizin Aşındığı Bir Toplum mu Oluyoruz?
Bu keskin tartışma, kumaşın metrajından, dekoltenin derinliğinden çok daha fazlasını içeriyor! Bu, toplumsal ahlakımızın, nesiller boyu süregelen kadim değerlerimizin acımasızca sorgulanmasıdır! Giyim, bu yıkımın sadece en görünür arenası.
Peki, bu “çıplaklık” algısının tek sorumlusu kim? Sadece göz kamaştırıcı moda endüstrisi mi? Yoksa bu algıyı körükleyen, teşhir kültürüyle beslenen bir “tüketim toplumu” hepimizin suçu mu?
Unutmayalım ki bu fırtına, sadece bir giyim polemiği değil, aynı zamanda kim olduğumuza, neye inandığımıza ve nasıl bir toplumda yaşamak istediğimize dair derin bir vicdan muhasebesinin fitilidir. Bu süreçte, bireysel özgürlük ile toplumsal değerler arasındaki o ince çizgiyi nasıl koruyacağız? Yoksa bu çizgi, çoktan bir uçuruma mı dönüştü ve biz henüz farkında değil miyiz?
FATMA YILDIZ