İş yerleri, sadece bir gelir kaynağı değil, aynı zamanda kimliğimizin, emeğimizin ve saygınlığımızın bir yansımasıdır. Ne yazık ki, bu alanlar bazen ahlaki değerlerin yok sayıldığı, vicdanın susturulduğu ve kirli ilişkilerin hüküm sürdüğü birer arenaya dönüşebiliyor. Bir yanda taciz ve mobbingin yıkıcı etkileri, diğer yanda ise kayırmacılığın ve ahlaksız ilişkilerin oluşturduğu haksız terfiler, dürüst ve liyakatli çalışanların emeğini hiçe sayarak tüm sistemi çürütüyor.
Bu ahlaksız düzen, sanıldığı gibi sadece bir “iş” meselesi değil; toplumsal vicdanımızı ve adalet duygumuzu hedef alan ağır bir darbedir. Bu tür saldırıların en sık hedefi ise genellikle kadınlardır. Onlar, profesyonel bir rekabetin ötesinde, ruhlarını, bedenlerini ve en temel insanlık onurlarını hedef alan bir baskı ve sömürü döngüsünün ortasında kalırlar.
Görünmez Yaralar: Taciz ve Mobbingin Yıkıcı Etkileri
Taciz, sinsi bir fısıltıyla, rahatsız edici bir bakışla veya “şaka” maskesinin ardına gizlenmiş cinsel imalarla başlar. İlk başta önemsiz gibi görünen bu davranışlar, zamanla mağdurun psikolojisini yavaşça ama acımasızca yıpratan bir sürece dönüşür. Mobbing ise bir buzdağının su altındaki kısmına benzer: İletişim dışı bırakma, fikirlerini yok sayma, başarılarını görmezden gelme ve sürekli değersizlik hissi oluşturma yoluyla kişiyi yavaşça tükenmeye iter. Bu durum, mağdurların hayatını her yönden derinden etkiler.
Ruhsal Yıkım ve Kimlik Kaybı: Şiddetli anksiyete, panik atak ve depresyon bu baskının kaçınılmaz sonuçlarıdır. İş yeri, bir zamanlar güvenli bir liman olmak yerine, bir korku ve kaygı kaynağına dönüşür. Mağdur, “Bende mi bir sorun var?” gibi yıkıcı sorularla boğuşurken, özgüvenini ve kimlik duygusunu yitirir. Bu durum, sadece iş hayatını değil, özel yaşamını da olumsuz etkileyerek bireyin tüm yaşam enerjisini emer.
Fiziksel Belirtiler ve Sağlık Sorunları: Ruhsal sıkıntı, bir süre sonra bedende fiziksel belirtilerle kendini gösterir. Uyku bozuklukları, kronik yorgunluk, mide rahatsızlıkları ve bağışıklık sisteminin zayıflaması, bu baskının bedene yansımasıdır. Vücut, maruz kaldığı şiddete karşı dirense de bu direniş kişinin sağlığını tüketir. Stresle ilişkili bu semptomlar, uzun vadede daha ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir.
Sosyal Yalnızlaşma: Taciz ve mobbing, mağduru sosyal olarak da izole eder. İş yerinde dışlanan veya utanç duyduğu için durumu saklayan kişi, zamanla çevresinden uzaklaşır, arkadaşlık ilişkilerini zedeler ve kendini yalnızlığın duvarlarıyla çevrelenmiş bulur. Bu sosyal izolasyon, mağdurun yaşadığı travmayı daha da derinleştirir ve yardım aramasını engeller.
Liyakatin İnfazı: Kayırmacılık ve Kirli İlişkilerle Terfi
Tüm bu acıların yanı sıra, iş ahlakının en dibe vurduğu bir durumla daha karşı karşıyayız: liyakatin ayaklar altına alınması. Patronuyla “ilişkisi” sayesinde terfi edenler, dürüst ve çalışkan insanların emeğinin hiçe sayıldığı, adalet duygusunun yok edildiği en büyük haksızlıklardan biridir. Bu durum, tüm iş yerindeki motivasyonu öldürür ve tehlikeli bir mesaj verir: Başarı için yetenek değil, kirli ilişkiler gerekir.
Bu adaletsizlik, özellikle kadın çalışanlar için ekstra bir yük oluşturur. Başarıları, sık sık yeteneklerinden ziyade, “ilişkileri” üzerinden değerlendirilmeye başlanır. Bu durum, cinsiyet eşitsizliğini daha da derinleştirir ve kadınların iş hayatındaki yerini sorgulanır hale getirir. Ne yazık ki, bu durum, tüm kadınları zan altında bırakarak, onurlu ve başarılı kadınların bile “kirli ilişkiler” şüphesiyle karşılaşmasına neden olabilir.
Ayağa Kalkma ve Sorumluluk Vakti
Bu ahlaksız düzene karşı susmak, onu onaylamaktır. İşverenlerin en temel ahlaki ve yasal yükümlülüğü, çalışanlarını bu tür tehlikelerden korumaktır. Bir iş yerinde tacizciye, mobbing uygulayana veya bu kirli ilişkilere göz yummak, bu suçların ortağı olmaktır.
Bu vicdansızlığın karşısında durmak, sadece mağdurların değil, tüm vicdan sahibi insanların ortak davasıdır. İş yerleri, gücün kötüye kullanıldığı değil, yeteneğin ve emeğin değer gördüğü, liyakatın esas alındığı alanlar olmalıdır. Her birey, onuruyla ve güvenle çalışabilme hakkına sahiptir. Bu hakkı savunmak ve bu ahlaksız düzene son vermek, sadece bir zorunluluk değil, aynı zamanda bir insanlık borcudur.
Peki, bu karanlık düzenin sona ermesi için bireyler ve kurumlar olarak neler yapabiliriz?
Bireyler Olarak: Taciz ve mobbinge maruz kaldığınızda veya tanık olduğunuzda sessiz kalmayın. Kurum içi şikayet mekanizmalarını kullanın, yasal yollara başvurun ve profesyonel destek almaktan çekinmeyin. Unutmayın, bu, sadece sizin değil, başkalarının da hakkını korumaktır.
Kurumlar Olarak: Şeffaf ve adil bir terfi sistemi kurun. Mobbing ve tacize karşı sıfır tolerans politikası uygulayın. Kurumun tüm personeline davranış kuralları ve düzenli eğitimler verin. Sizin en önemli sorumluluğunuz tüm çalışanların güvenliğini sağlamak ve eşit bir çalışma ortamı oluşturmaktır.
Unutmayın: Bu sessizlik biriktikçe, karanlık çoğalır. Gözlerimizi kapadığımız her an, bir başkasının hayatı karartılır. Şimdi konuşma, harekete geçme ve bu ahlaksız düzeni kökünden söküp atma vaktidir.
Yoksa o kara leke, vicdanlarımıza değil; kendi yarınlarımıza bulaşacak. Sessizliğimiz, bir zamanlar güvendiğimiz o iş yerlerini, sadece kâr hırsının ve ahlaksız ilişkilerin hüküm sürdüğü birer hapishaneye çevirecek. Ve en kötüsü, bu ahlaksızlığa göz yumarak, kendi onurumuzu ve insanlığımızı da o karanlığa teslim etmiş olacağız.
FATMA YILDIZ