İçsel Evrenin İki Yüzü
Cennet ve cehennem, insan ruhunun en derinlerine kök salmış iki temel hakikattir. Dışarıda aranan mekânlar değil, içimizde her an yeniden doğan hallerdir. Bazen öyle anlar olur ki, tüm varlığımı bir bahar sabahının ılık nefesi sarar; zaman donar, benlik sınırları erir ve evrenle bir olmanın o tarifsiz huzurunu yaşarım. Bu, cennettir: Bir çınar yaprağının rüzgârla dans edişi kadar doğal, bir dere suyunun taşları öpüşü kadar saf bir teslimiyet halidir. Cehennem ise içimin karanlık dehlizlerinde pusuya yatmış bir yabancı gibi ansızın çıkar karşıma. Geçmişin pişmanlıkları bir kâbus gibi üzerime çöker, geleceğin belirsizliği ise gözlerimi kamaştıran keskin bir sis perdesine dönüşür. Karanlık bir kuyunun dibinde çırpınan bir kelebek gibi çaresiz hissederim kendimi. Her yargı, her öfke, bu kuyunun duvarlarını biraz daha yükseltir. Oysa bilirim ki bu karanlık, aslında kendimi bulma yolunda kat etmem gereken bir tüneldir. Cennet dediğimiz o esrarengiz hal, zihnin bitmek bilmeyen diyaloglarının sustuğu, geriye yalnızca varlığın saf şarkısının kaldığı andır. Bir dağ zirvesinde durup sonsuzluğu seyredişim gibi, her şey yerli yerinde ve mükemmeldir burada. Eksik olan hiçbir şey yoktur, olması gereken her şey zaten olmaktadır. Bu hal, kendimi evrenin kollarına bıraktığım o nadir anlardan biridir. Cehennem ise kendimle yüzleşmekten kaçtığım her ân büyür, genişler. Bir aynanın paramparça olmuş halinde sonsuz kez yansıyan çarpık görüntüler gibi, benliğimin en karanlık köşelerinde kaybolur giderim. Burada en acımasız yargıç kendimimdir, en ağır işkence ise kendime reva gördüğüm o bitmek bilmeyen öfkedir. Ama şunu unutmamak gerekir ki, en sert kayaları bile aşındıran bir nehir gibi, bu acılar da ruhumu yoğurup olgunlaştırır. Hayat, bu iki kutbun sürekli dansıdır. Bir kuşun uçmak için iki kanada ihtiyacı olduğu gibi, ruhun da hem huzura hem çalkantıya ihtiyacı vardır. Cehennem dediğimiz o korkunç diyar, aslında kendimizi keşfetmek için geçmemiz gereken ateşten bir kapıdır. En yoğun karanlık, en parlak aydınlığın habercisidir çünkü. Bu iki hal arasında gidip gelirken aslında şunu fark ederim: Cennet ve cehennem nihayetinde aynı madalyonun iki yüzüdür. Biri diğeri olmadan var olamaz, tıpkı ışığın gölgeyi, sessizliğin sesi tanımladığı gibi. İç yolculuğumuzun en büyük sırrı da belki budur: Kendimizin hem cennetini hem cehennemini kucaklayabilmekte yatar özgürlük.”