Bazen rakamlar konuşur, bazen insanlar susar. Ekonomik sistem dediğimiz şey, kulağa ne kadar teknik, ne kadar nesnel gelse de, içinde sayılardan çok sessiz çığlıklar taşır. Birilerinin karı artarken, bir başkasının sabahları aç uyanması normalleşti bu düzende. Normalleşti, çünkü sistemin sesi gür çıktı; insanın sesi bastırıldı.
Vicdanla sistem arasında yıllardır süren bir savaş var ve bu savaşta çoğu zaman kazanan vicdan olmuyor. Rekabet dediler, büyüme dediler, verimlilik dediler… Ama hiç kimse o kelimelerin geride kimleri ezip geçtiğini anlatmadı. Büyük şirketlerin bilançolarındaki artıların, küçük bir çocuğun kaybolan çocukluğu anlamına geldiğini kimse söylemedi mesela. Hiç kimse, ucuz kıyafetlerin içinde yatan emeği, alın terini, bazen de gözyaşını görmemizi istemedi.
Düzen bize şunu fısıldadı: “Tüketiyorsan varsın.” Ama bu fısıltı zamanla bir çığlığa dönüştü. Çünkü insanlar, içini dışarıdan gelen nesnelerle doldurdukça daha da boşaldı. Ve biz, alırken kaybettiğimizi fark edemedik. Market rafları doldu, ama bazı evlerde buzdolapları hâlâ boştaydı. Bir yanda sonsuz seçenekler, diğer yanda aç uyuyan çocuklar… Bu denge değil. Bu adalet hiç değil.
Sorun sadece bireyde değil. Bireyin içinde bulunduğu yapıda, işleyişte, hatta bu düzenin kutsallaştırdığı kavramlarda. “Sistem böyle” dedik, çünkü değiştirmekten yorulduk. Ama bu da bir teslimiyetin adı değil mi aslında? Herkes iyi niyetli olabilir ama iyi niyet, sistemin açtığı yaraları kapatmıyor. Birilerinin yardım kampanyalarıyla kendini rahatlatması, diğerlerinin yaşadığı yoksulluğu ortadan kaldırmıyor. Bu, merhamet değil; bazen sadece suçluluk duygusunun geçici susturulması.
Peki bu kadar karanlık mı her şey? Hayır. Çünkü hâlâ direnenler var. Kooperatif kuran kadınlar, yerel üretimi yaşatmaya çalışan köylüler, emeği değerli gören küçük esnaflar, “az ama yeterli” diyen sade yaşam savunucuları… Onlar bu sistemin içinde vicdanı hatırlatmaya çalışan sesler. Belki azlar, ama sahiciler. Ve bu sahicilik, rakamlarla değil, yürekle ölçülür.
Ekonomik büyüme dedikleri şey, bazen sadece adaletsizliğin büyümesidir. Gökdelenler yükselirken, o gölgelerde kalanların sesini duymuyorsak; gelişmiyoruz, sadece uzaklaşıyoruz insani olandan. Sistem, insanların uykusuz gecelerini görmezden gelip yalnızca sabah açılan borsalara odaklandıkça; büyümek, değer üretmek değil, vicdan yitimi oluyor.
Kimi zaman şunu düşünüyorum: Belki de sistemin vicdanı yoktur, çünkü onu tasarlayan bizler, kendi vicdanlarımızı unuttuk. Belki de mesele sadece açlık, yoksulluk, işsizlik değil. Asıl mesele, olanı görüp de sessiz kalmak. Asıl mesele, bir düzenin içindeyken onun dışına çıkmayı hayal bile etmemek.
Ama hâlâ geç değil. Eğer gerçekten başka bir düzeni düşleyebiliyorsak, o düzenin ilk harcı vicdanla atılmalı. Her rakamın arkasında bir insan olduğunu unutmadan, her kararın bir hayatı etkilediğini bilerek. Çünkü sonunda mesele ekonomi değil; mesele, nasıl bir dünyada yaşamak istediğimiz.