Gül Akpınar

Felsefe

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Zamanın Kapısında

Zamanın kapısında durduğumuzda, geçmişin sessizliği içimizde yankılanır. Bir düşünceye dokunuruz, bir cümlede kayboluruz. Ve o anda fark ederiz: Zaman dediğimiz şey, yalnızca saatlerin akışı değildir; düşüncenin içinde saklanan bir hatıradır. İşte o hatıraya açılan kapının adı felsefedir.

Ben felsefeyi hep bir boyut kapısı olarak gördüm. Çünkü o, insanı yalnızca anlamaya değil, hatırlamaya da çağırır. Her felsefi soru, insanın kendi derinliğine attığı bir adımdır. “Ben kimim?” diye sorarken aslında “Nereden geldim, nereye gidiyorum?” demiş oluruz. Bu soruların her biri, görünmeyen bir ip gibi geçmişe uzanır; oradan bugüne, bugünden sonsuzluğa dokunur.

Bir düşünce bazen çağlar arasında yolculuk eder. Aristoteles’in “iyi yaşam” dediği şey, bugün bir insanın sessiz bir akşamda kendi iç sesiyle yüzleşmesinde yeniden canlanır. Platon’un ideaları, belki bir çocuğun düşlerinde yankılanır. Nietzsche’nin çığlığı, kalabalıklar arasında kaybolan modern insanın boğazında düğümlenir.

Felsefe, bu yankıların birbirine değdiği yerdir bir tür zaman buluşmasıdır. Ama bu buluşma yalnızca geçmişle değil, aynı zamanda başka zihinlerle kurduğumuz sonsuz bir diyalogdan beslenir. Sokrates’in agorasında sorduğu bir soru, bugün bir arkadaş sohbetinde yeniden can bulur. Kant’ın Königsberg’inde yürürken kurduğu düşünce, bugün dünyanın öbür ucunda birinin ekranında bir soru işareti olarak parlar. Zamanın kapısından her geçişimizde, hem kendi iç sesimizle hem de insanlığın ortak aklıyla buluşuruz.

Bugünün insanı çoğu zaman geçmişi gereksiz bir ağırlık gibi taşır. Oysa geçmiş, insanın köküdür; düşünmeden yaşamak, köksüz büyümeye benzer. Felsefe, bizi o köklerle yeniden buluşturur. Hatırlamayı öğretir. Her düşünce, bir iz sürmektir. İnsan, kendi geçmişini hatırladıkça kendini tanır. Başkalarının sorduğu sorular, verdiği cevaplar ve kurduğu düşünceler, kendi iç sesimize bir ayna, bir yankı, bazen de bir meydan okumadır. Bu yüzden felsefe, insanın hem aynası hem de pusulasıdır.

Ama felsefe sadece geçmişe dönmek değildir. O, geleceğin de sesidir. Çünkü her soru, bir gelecek tasarımı taşır. “Neden yaşıyoruz?” diye sormak, “Nasıl yaşamalıyız?”a dönüşür. “Hakikat nedir?” sorusu, “Nasıl bir dünyada var olacağız?”a. Felsefe, insanı zamansız bir varlık hâline getirir; onu geçmişin bilgeliğiyle geleceğin belirsizliği arasında yürütür.

Belki de bu yüzden, felsefe yalnızca düşünmenin değil, yaşamanın da bir biçimidir. Düşünmek, bir anlamda varoluşu yeniden kurmaktır. Soru sormak cesarettir; sorgulamak, yeniden doğmaktır. Çünkü insan, sadece yaşadığında değil, düşündüğünde de var olur.

Felsefe insana, kendini unutmamayı öğretir.

Bugün ekranlar arasında kaybolan insan, felsefenin sessizliğini özlüyor farkında olmadan. O sessizlikte insan, kendi sesini duyar. Belki de o yüzden felsefe, insana en çok “durmayı” öğretir. Düşünmek, bir tür durmaktır; aceleyle geçen zamana “bir dakika” demektir. O bir dakikalık sessizlikte, insan yeniden kendine döner.

Felsefe, bir bilgi yığını değil; bir varlık hâlidir, geçmişin kapısından girip bugünü anlamanın, yarını ise sezmenin yoludur. O kapıdan geçebilen, sadece aklıyla değil, kalbiyle de düşünebilen insandır. Çünkü hakikat, sadece bilmekte değil, hissetmekte saklıdır. Soru sormayı sürdürebilmek, insan olmanın en doğal ifadesidir. Çünkü düşünen insan, hâlâ umut eden insandır. Ve umut, geçmişle geleceğin tam ortasında zamanın kapısında doğar.

Felsefe
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Türkiye Aktüel ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

KAI ile Haber Hakkında Sohbet
Sohbet sistemi şu anda aktif değil. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.