Zamanlar değişse de insanın temel meseleleri yerinde duruyor. Ahlak, mutluluk, özgürlük, adalet… Antik çağda da konuşuluyordu, bugün de bitmeyen tartışmaların merkezinde. Peki geçmişin filozoflarını bugünün dünyasına getirebilseydik ne olurdu? Onlara akıllı telefonları, yapay zekâyı, iklim krizini, sosyal medyada linç kültürünü anlatsaydık… Ne düşünürlerdi? Bizi anlayabilirler miydi? Ya biz, onların söylediklerini hâlâ anlayabiliyor muyuz?
Sokrates’i örnek alalım. Her şeyi sorgulamasıyla biliniyor. Bugün yaşasaydı, sokakta rastgele insanlara “Neden böyle yaşıyorsun?” diye sorar mıydı? Muhtemelen evet. Belki de üniversite kampüslerinde değil, Twitter Spaces’ta “sorgulama seansları” düzenlerdi. Ama büyük olasılıkla, cevaptan çok iyi sorular sormaya devam ederdi. Çünkü onun derdi doğruyu dikte etmek değil, düşünmeye zorlamaktı.
Aristoteles’in erdem anlayışıyla bugünkü bireyci yaşam tarzı çarpışırdı. O, iyi yaşamın bireysel tatminden çok toplumla uyum içinde geliştiğine inanırdı. Kapitalizmin teşvik ettiği rekabetçi zihniyet ona uzak gelirdi. Ama muhtemelen bazı kavramları günceller, çağın dilini yakalardı. Yine de temel kaygısı değişmezdi: İnsan nasıl iyi yaşar?
Nietzsche’ye bugünün dünyasını göstersek, belki “üstinsan” fikrini TikTok fenomenleriyle karıştıranlara öfke duyardı. Belki de insanların özgürleşmeyi, sadece görünür olmakla eşitlediğini görüp hayal kırıklığı yaşardı. Onun için özgürlük, sürüden ayrılmak demekti; düşüncede, eylemde, yaşamda. Bugünse kalabalıkların içinde kaybolmak daha cazip hale geldi.
Marx’a gelirsek, ona gelir eşitsizliğini, işçilerin hâlâ emeğinin karşılığını alamadığını, teknolojinin yeni bir sınıf yaratmaya başladığını anlatsak, belki “Ben demiştim,” derdi. Ama belki de bugünün daha karmaşık üretim ilişkileri karşısında analizlerini yeniden gözden geçirirdi. Yine de temel eleştirisi yerinde olurdu: Ekonomi sadece rakam değil, aynı zamanda ideolojidir.
Simone de Beauvoir ile konuşsaydık, kadın haklarının geldiği noktayı anlatabilirdik. Bazı şeylere sevinebilir, bazı yönelimleri tartışmaya açabilirdi. Feminist hareketin sadece siyasette değil, kültürde ve gündelik yaşamda da varlık göstermesinden memnun olurdu. Ama “kadın doğulmaz, kadın olunur” cümlesi, hâlâ birçok konuda bize ayna tutmaya devam ederdi.
Bu filozoflarla yapılacak her hayali sohbet, bizi zaman yolculuğundan çok kendimize yaklaştırır. Onlar bugünü bizden daha iyi çözümlemeyebilir ama doğru soruları sormayı hâlâ başarabilirler. Çünkü onların gücü, zamanlar üstü düşünmelerinde yatar. Bugünü anlamak için sadece veriye değil, derin düşünceye de ihtiyaç var. Ve o düşünce, geçmişte söylenmiş olsa bile, bugün hâlâ can yakıcı olabilir.
Bu yüzden filozoflarla sohbet etmek, bir nostalji değil; düşünmenin kendisine davettir. Çünkü bazı soruların cevabı yoktur. Ama o sorular sayesinde kendimize yaklaşırız. Filozoflar bizimle olmasa da, sordukları sorular hâlâ burada. Dinlemeye cesaretimiz varsa, sohbet bitmez.