İnsan bazen bir kapı aralığında yaşar. Ne içeri girer ne dışarı çıkar. Ne kalanlardan olur ne gidenlerden. Ait olmanın sıcaklığını değil, ait hissedememenin soğukluğunu taşır üzerinde. Sanki her yere biraz uzaktır, biraz da fazla yakındır. Aradaki o tuhaf çizgi insanın omzuna çöken görünmez bir ağırlık gibi dolaşır.
Benim dünyamda ait hissedememek bir kusur değil. Daha çok bir yan etki. Fazla görenlerin, fazla düşünenlerin, fazla susanların yan etkisi. İnsan kalabalığa karışır ama içinden biri hafifçe kolundan çekip hatırlatır. Buraya tam olarak ait değilsin. Gülüşünde hafif bir boşluk kalır. Masada bir sandalye boştur sanki. Bir ses eksik, bir renk silik, bir bağ kırık.
Ait hissedememenin insana kattığı şey tuhaf bir dikkat. Her şey daha çıplak görünür. İnsanların birbirine nasıl yaklaşabildiğini, nasıl uzaklaşabildiğini, bazen de nasıl sessizce kaybolduğunu izlersin. Kendine yer bulamadıkça, herkesin neye tutunduğunu daha net okursun. Bu da insanı hem büyütür hem yaralar. Fazla anlamanın bedeli ağırdır çünkü.
Yine de bu durumun gizli bir gücü vardır. Bir yere ait hissedemeyen insan, istediği yere yürüyebilir. Kökleri hafif olduğu için yön değiştirebilir. Değerini bağlardan değil, kendi içindeki ağırlıktan çıkarır. Dünyaya dışarıdan bakar ama tam da bu yüzden kendine özgü bir yer açar. Kimsenin ona vermediği bir yer. Belki tam da bu yüzden, diğerlerinin sıkıştığı noktaları fark eder. Bir bakmışsın, herkesin arasında en sessiz duran sensin ama en çok gören de yine sensin.
Hiçbir şeye ait hissedememek bazen acıtır. İçte hafif bir yanma bırakır, insanın kendine bile yabancı hissettiği o anları çoğaltır. Ama aynı zamanda insanı yeniden kuran bir boşluk açar. O boşluk sayesinde kendine yeni bir yol, yeni bir kimlik, yeni bir anlam çizersin. Ait olmadığın her şey seni sonunda kendine ait bir şeye doğru iter. Bazen bu süreç sessizdir, bazen sancılı. Ama her seferinde seni içindeki merkeze biraz daha yaklaştırır.
Belki de mesele ait olmak değildir. Mesele, ait olmadıkların arasından kendine en doğru mesafeyi seçebilmek. Belki de benim dünyam tam olarak böyle bir yer. Bir adım dışarıda durduğum ama her şeyi içeriden gördüğüm o tuhaf sınır. Burada ne tamamen dahilim ne de tamamen kopuk. Sadece kendime en gerçek geldiğim mesafede duruyorum. Ve belki de bu, benim için yeterlidir.