Bir arkadaşımın “Sen yalnızlığı seviyorsun” sözü ilk başta kulağıma tuhaf gelmişti. Ama sonra fark ettim ki, farkında olmadan kendimle en samimi sohbetleri yapabildiğim bir dünya kurmuşum. Bu keşif, kendimi hatırlatan en güzel armağan oldu.
Sabahın o ilk ışıkları penceremden süzülürken, şehir henüz uyanmamışken içtiğim çayın tadı bir başka güzeldi. Gecenin en sessiz saatlerinde ise, dünyanın bana ait olduğu hissine kapılırdım. Kimsenin görmediği o anlarda yaşadığım duygular, bana gerçek özgürlüğün ne demek olduğunu öğretti.
Çevremdekiler sürekli “daha sosyal ol” diye ısrar ediyor. Sanki tek başına vakit geçirmek bir eksiklikmiş gibi… Oysa gerçek yalnızlık, kalabalıklar içinde kendini duyulmamış hissetmektir. En acı olanı da, etrafınız insanlar tarafından çevriliyken bile kimsenin sizi gerçekten tanımadığını fark etmektir.
Ben yalnızlığı bilinçli bir seçim olarak benimsedim. Modern hayatın koşturmacası içinde kendi sesimi duyamaz olduğumu fark ettim. Telefonumun çalmadığı o sakin akşamlar, bana kendimi hatırlatan en değerli anlara dönüştü. Kimsenin “Neredesin?” diye sormadığı o zamanlar, “İşte buradayım” dediğim en özel karşılaşmalarım oldu.
Şunu da eklemeliyim: Yalnızlık bir yazgı değil, bir tercihtir. Bugün bunu seçiyor olmam, yarın farklı kararlar vermeyeceğim anlamına gelmez. Şimdi kendimle barışığımdır ve bu huzuru hiçbir şeye değişmem.
Asıl mesele şu: Kalabalıklar içinde kaybolup gitmektense, sessizliğin dinginliğinde kendinle tanışabilmek… Çünkü asıl kayboluş, insanın kendine yabancılaşmasıdır.
Bu satırları okuyan başka bir yalnız yürek, belki kendi iç sesini duymaya cesaret edecek. Belki o da, yalnızlığın bir eksiklik değil, kendini keşfetme fırsatı olduğunu anlayacak.
Yalnızlık, korkulacak bir düşman değil, zamanla değerini anlayacağınız bir yoldaştır. Hayattaki en büyük keşif, kendinizle dost olabilmektir…
“Gerçek kaçış, insanın kendinden uzaklaşmasıdır. Kendinle kalabilmek ise, en büyük erdemdir.”