Kimi duygular vardır ki kelimelerle anlatılmaz; belki de bu yüzden ne zaman kendimi ifade etmeye çalışsam, biraz daha uzaklaştım kendimden. Yıllar boyunca bir arayış içindeydim ama neyi aradığımı tam olarak hiç bilemedim. Sanki içimde doğuştan gelen bir boşluk vardı. Nereye gidersem gideyim, kiminle olursam olayım, içimde hep bir eksiklik hissi taşıdım. Çoğu zaman başkalarını mutlu etmek, güçlü görünmek ve kendime doğru yolda olduğumu ispatlamak için uğraştım. Ama ne yaparsam yapayım, içimdeki o derin sessizlik hep varlığını sürdürdü.
Her şeyin olağan olduğu bir gün, içimde sessiz bir kırılma oldu. Ne büyük bir acı yaşadım o gün, ne de hayranlık uyandıracak bir mucize gerçekleşti. Sadece çok yorulmuştum. O kadar çok rol yüklenmiş, o kadar çok farklı “ben” yaratmıştım ki… Hepsi birer maske gibiydi ve hiçbiri gerçekten ben değildim.
Ve o anda fark ettim: Mesele eksik olmak değilmiş; mesele, içimde fazlalık biriktirmiş olmakmış. Aklımda, kalbimde, bedenimde biriken onlarca ses, kimlik ve beklenti birbirine karışmış, gürültüye dönüşmüştü. Kendimi duyamıyordum. O gün ilk kez durdum. Sessizlik başta rahatsız etti, çünkü alışkın değildim. Ama bir süre sonra o sessizlik, içimde susturamadığım bir sese dönüştü.
Zaman sanki dondu. Ne geçmişin yükü vardı üzerimde, ne geleceğin endişesi. Sadece “an” vardı. Ne düşünmek zorundaydım, ne bir şey yapmak… Sadece vardım. Gerçekten, ilk kez. Hiçbir eksiklik hissetmiyordum. İçimde bir bütünlük vardı.
İşte o an, vahdetin anlamını sezdim. Bu, bir fikir ya da inanç değildi. Hatta bir duygu bile sayılmazdı. Daha derin, daha öz bir şeydi. Varlığın kendisiydi sanki. O an anladım ki: Hiçbir zaman ayrı olmamışım. Ne senden, ne yaşamdan, ne de kendimden.
Bu hâl gelip geçici değildi ama kalıcı da sayılmazdı. Her gün unutuyordum belki, ama artık nasıl hatırlayacağımı da biliyordum. O yer hep orada. Sabahın erken saatlerinde, herkes daha uyanmadan önceki o derin sessizlikte…
Bir yaprağın rüzgârla nazlıca salınışında…
Nefesimi fark ettiğim bir anda…
Yüreğimi sıkıştıran bir hatıranın ardından gelen o serinlikte…
Vahdet, süslü cümlelerin ardında gizlenmiyor. O, en sade haliyle var. Sadece görülmek, fark edilmek istiyor.
Artık kendime karşı direnç göstermiyorum. Bir yere ulaşmaya çalışmıyorum. Hâlâ kırılıyorum, hâlâ savruluyorum ama artık savaşmıyorum. Acıyla da barıştım, sevinçle de. Meğer en derin huzur, hiçbir şeyi değiştirmeye çalışmadan sadece var olabilmekmiş. Ne bir eksik, ne bir fazla.
Belki de en büyük keşif, kendimden kaçmadan kendimle buluşmaktı. Kimsenin bakmadığı o içsel odada… Işığın, her şeyden önce kendi içime vurduğu yerde… Belki de sadece olduğum gibi kalmayı kabullenmekti. Hiçbir şey olmak zorunda kalmadan, her şeyle bir olabilmekti. Hiçlikte bulduğum şey, varlığımın ta kendisiydi ne eksik, ne fazla. Sadece, olduğum gibiydim. Ve bu, kelimelerle açıklanamayacak kadar gerçekti.