Göğü delercesine toprağa düşen yağmur damlaları, camlarda yankılanan bir melodi bırakır. O ses, bize sadece bir doğa olayının haberi değil; aynı zamanda bir isyanın, bir özlemin dışavurumudur. Belki de bu ses, göğün ve bulutun birleşme çabasının yansımasıdır. Ya da iki farklı dünyanın ortak bir noktada birleştiğini bize sessiz bir şarkıyla hatırlatır.
Her yağmur damlası, düşerken kendi kader çizgisini çizer: Kimi veda eden bir sevgilinin son bakışıdır, kimi ise tanışacak iki yabancının ilk merhabası… Doğa, bu sırları ritmiyle fısıldar; insandaki değişimle aynı ezgiyi taşıyarak.
Ve unutma: Her buluşma, bir vedanın tohumunu saklar; onun ayrılıkları ise yeni bir karşılaşmanın ilk adımıdır. Ne zaman yağmur yağsa, ben yağan her yağmurun asfaltı nasıl temizliyorsa, insanın gözyaşlarının da ruhunda açılmış derin acıları alıp götürebileceğine ve iç huzura ulaşılabileceğine inanırım.
Belki de her damla, içimizdeki karmaşayı yıkayan, yeni başlangıçlara yer açan bir umut fısıldar. Ve o an fark ederim ki, yağmur aslında gökyüzü ile yerin kadim bir diyaloğudur: Gökyüzü damlalarıyla “Buradayım” der, yeryüzü ise buğulu nefesiyle “Seni unutmadım” diye karşılık verir.
İnsan ise bu sonsuz konuşmanın tam ortasında durur. Bir damlanın şeffaflığında kendi özlemini, bir şimşeğin değişiminde ise kavuşmanın imkânsız güzelliğini görürüz… Ve anlarız ki yağmur, gökyüzünün özlemle uzattığı bir eldir; yeryüzü ise buğulanarak vuslata ermeye çalışandır. Arada kalan insansa, bu dokunuşun sıcaklığıyla ısınan tek varlıktır.
”Yağmurun bizi bulduğu her an, bir cümle daha yazılır kalplerimize”…G.Akpınar