Toplumun en temel direği olan emek gücü, tarih boyunca değişen şartlara ayak uydurmak için türlü mücadeleler vermek zorunda kalmış. Özellikle Sanayi Devrimi’nin o coşkulu ama bir o kadar da çetin günlerinde, işçilerin hayatında adeta bir sarsıntı yaşanmış. Fabrikaların bacasından tüten dumanlar gökyüzünü kaplarken, iş gücüne duyulan ihtiyaç da akıl almaz boyutlara ulaşmış. İşte tam da bu zorlu koşullarda, çalışma saatleri uzayan bir yılan gibi işçilerin üzerine çökerken, aldıkları ücretler de günden güne eriyen bir kar tanesi gibi küçülmüş. İş güvenliği mi? O da çoğu zaman unutulmuş, adeta görmezden gelinmiş bir ayrıntı olmuş.
İşte tam da bu kasvetli ortamda bir umut ışığı belirmiş: o güçlü, örgütlü yapılar, yani “sendika” dediğimiz kuruluşlar. İşçilerin sesini duyurmak, haklarını savunmak ve daha adil, daha insancıl bir çalışma düzeni kurmak için doğmuşlar. Kısacası, emekçilerin bir araya gelerek kurduğu bu birlikler, aslında daha güzel bir geleceğin de mimarları olmuşlar.
Sendika dediğimiz şey, aslında aynı işi yapan emekçilerin ya da işverenlerin tamamen kendi istekleriyle bir araya gelerek oluşturdukları, kimseden emir almayan bağımsız topluluklardır. Amaçları da gayet açık: ekonomik ve sosyal haklarını korumak, hatta daha da geliştirmek. Yani sadece biraz daha fazla para kazanmak değil, aynı zamanda insana yakışır bir çalışma ortamı yaratmak da sendikaların en önemli hedeflerindendir. Bu örgütler, üyelerinin sözcüsü gibi hareket eder, onların adına konuşur ve eğer haklarını aramaları gerekirse, onlara bir kalkan olur, onları korur.
Şimdi sendikaların en kritik noktasına gelirsek, diyebiliriz ki en başta üyelerinin haklarını ve çıkarlarını korumak için varlar. Bu haklar denince de ilk aklımıza gelenler; daha iyi maaş, daha kısa çalışma süreleri, güvenli iş ortamları, sosyal güvenceler, sağlık imkanları ve emeklilik koşulları gibi şeyler oluyor. Ama sendikaların işi sadece parayla pulla bitmiyor aslında. Aynı zamanda iş yerinde üyelerinin de söz sahibi olmasını sağlamak, daha demokratik bir ortam yaratmak ve genel olarak toplumda adaletin sağlanmasına destek olmak da sendikaların yapması gereken önemli işler arasında sayılıyor.
Bir sendika, üyeleriyle işveren arasında adeta bir köprü görevi üstlenir. Toplu iş sözleşmeleri aracılığıyla işçilerin taleplerini resmi bir zeminde işverene iletir. Gerektiğinde grev gibi demokratik eylemlerle bu taleplerin arkasında durur. Bu yönüyle sendikalar, sadece işçi-işveren ilişkilerinde değil, toplumun genel yapısında da bir denge unsuru oluştururlar.
Sendikaların önemi, tek başına verilen mücadelenin yetersiz kaldığı noktalarda kolektif hareketin gücünü göstermesinden ileri gelir. Tek bir işçinin sesini duyurması çoğu zaman zordur. Ancak binlerce, hatta milyonlarca işçiyi temsil eden bir sendika, bu sesi duyurabilir, dikkate alınmasını sağlayabilir.
Bununla birlikte sendikalar, iş hayatının daha düzenli bir şekilde ilerlemesinde de büyük bir rol oynarlar. İşçiyle patron arasında çıkan anlaşmazlıkların kavga gürültü olmadan, uzlaşmayla çözülmesi de aslında sendikaların varlığı sayesinde mümkün olur. Mesela grev dediğimiz eylem, sadece işi bırakmak anlamına gelmez; aynı zamanda sesini duyurmak için de önemli bir yoldur. Böylece hem çalışanların hakları korunur hem de toplumun genel çıkarları gözetilir.
Sendikalar, aynı zamanda demokrasinin gelişimi açısından da hayati bir öneme sahiptir. Özgür sendikalaşma hakkı, demokratik bir toplumun temel göstergelerinden biridir. Çünkü sendikalar yalnızca ekonomik talepleri değil, ifade özgürlüğünü, örgütlenme hakkını ve katılımcı yönetimi de savunur.
Türkiye’de sendikacılığın kökleri aslında Osmanlı dönemine kadar uzanıyor, ancak bugünkü anladığımız şekliyle sendikal hareketler Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte yavaş yavaş yeşermeye başlamış. Derken, 1947 senesinde çıkan “İşçi ve İşveren Sendikaları ve Sendika Birlikleri Hakkında Kanun” isimli bir düzenlemeyle sendikal faaliyetler yasal bir çerçeveye oturtulmuş. Gelgelelim, o zamanlar sendikalara grev yapma hakkı tanınmadığı için, tam anlamıyla etkili bir mücadele ortaya çıkması pek mümkün olmamış.
1961 Anayasası ile birlikte sendikalar daha özgür ve güçlü bir konuma gelmiş, grev ve toplu sözleşme hakları anayasal güvence altına alınmıştır. O yıllar Türkiye’de sendikacılık için gerçekten de altın bir çağmış gibi. 1970’lerde işçi hareketleri öyle bir güçlenmiş ki, adeta birer dev gibi ortaya çıkmışlar. Aynı dönemde, büyük ve etkili sivil toplum kuruluşları da kendilerini göstermeye başlamış. O yılların ruhunda bambaşka bir enerji, bir dayanışma vardı.
Ancak, 1980 askeri darbesiyle birlikte sendikaların yaşadığı baskı gerçekten çok ağırdı. Pek çok sendikanın kapısına kilit vuruldu, yöneticileri ya hapse atıldı ya da sürgüne gönderildi. 12 Eylül sonrasında hayata geçen 1982 Anayasası da sendikal hakları ciddi ölçüde kısıtlayarak işleri daha da zorlaştırdı.
2000’li yıllara gelindiğinde sendikacılık bambaşka bir hal aldı. Küreselleşmenin ve teknolojideki hızlı değişimlerin etkisiyle işçi sınıfı daha da bölündü. Bu durum da sendikal örgütlenmeyi zorlaştırmıştır. Günümüzde sendikalar, düşük örgütlenme oranı, güvencesiz çalışma biçimleri ve siyasi baskılarla mücadele etmektedir. Özellikle özel sektörde sendikalaşma oranı oldukça düşüktür.
Yine de, onca zorluğa rağmen Türkiye’deki sendikalar hala çok kıymetli bir mücadele aracı olmayı sürdürüyor. Çünkü işçi mücadelesinin geçmişi, sadece yasaların ya da siyasi havanın değil, aynı zamanda birleşen insanların sırt sırta verdiği dayanışmanın da hikayesidir.
Özetle Sendikalar, emekçinin alın terini koruyan, onu yalnız bırakmayan, adil bir çalışma hayatı için mücadele eden önemli yapılardır. Her ne kadar zamanla şekil değiştirse de sendikal mücadele, işçinin güvencesi olmaya devam etmektedir. Bugün Türkiye’de sendikaların karşı karşıya olduğu sorunlar ne kadar büyük olursa olsun, bu kurumların varlığı ve işlevi toplumsal barış, ekonomik adalet ve demokratik gelişim için hayati bir öneme sahiptir.
Şunu unutmamak gerekir ki sendikasız bir toplum, sessiz bir toplumdur. Ve sesini yitiren bir toplum, haklarını da yitirmeye maruz kalabilir.
Saygılarımla.
Sayın M. Kuşcu,
Kaleme aldığınız bu derinlikli ve etkileyici yazı için sizi içtenlikle tebrik ederim. Emek gücünün tarihsel mücadelesini, sendikaların önemini ve Türkiye’deki sendikal hareketin gelişim sürecini böylesine sade bir dilde anlatmanız mükemmel. Özellikle emeğin değerini, dayanışmanın gücünü ve sendikaların toplumsal adalet için ne denli hayati bir rol oynadığını vurgulamanız, okura bilgi ve farkındalık kazandırıyor. Kaleminize, emeğinize sağlık…
Sayın Okurum,
Yazımı beğenmeniz beni son derece mutlu etti. İlginiz ve değerli yorumunuz için teşekkür ederim.
Saygılarımla.
Sayın Kuşcu
Emeğinize, düşüncenize ve kaleminize sağlık. Bu yazı, yalnızca bilgi sunmakla kalmamış; aynı zamanda bilinç de kazandırmış. Emeğin değeri ve dayanışmanın önemi konusunda farkındalık yaratan bu katkınız için teşekkür ederim. Kaleminize sağlık.
Sayın Okurum,
Yazımı beğenmeniz beni son derece mutlu etti. İlginiz ve değerli yorumunuz için teşekkür ederim.
Saygılarımla.