Tarihin büyük figürleri, yalnızca yaşadıkları dönemi değil, sonrasını da şekillendirir. Kimileri sevilir, kimileri eleştirilir; ama bazı isimler vardır ki, milletin kaderinde öylesine belirleyici rol oynar ki, üzerlerine susmak ya ihanettir ya da cehalet. Talat Paşa, işte bu isimlerden biridir.
1874 yılında Edirne’de doğan Mehmet Talat, genç yaşta Osmanlı bürokrasisine girmiş, telgraf memurluğundan devletin zirvesine kadar yükselmiştir. Ancak onu yalnızca bir bürokrat, bir memur ya da bir siyasi figür olarak görmek büyük bir eksiklik olur. O, Osmanlı’nın parçalanma sürecinde, devletin bekası için radikal kararlar almak zorunda kalmış bir vatanperverdir.
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önde gelen liderlerinden biri olarak, II. Meşrutiyet’in ilanında ve ardından gelişen olaylarda başat rol oynamıştır. Otoriter duruşu, merkeziyetçi yönetim anlayışı ve kararlı siyasi duruşuyla, özellikle 1913-1918 yılları arasında Osmanlı Devleti’nin kaderini doğrudan etkiledi.
1917’de Osmanlı Sadrazamı (başbakanı) olduğunda, imparatorluk çetin bir dönemden geçiyordu: Cepheler çöküyor, halk derin bir yoksullukla boğuşuyor, isyanlar ve işgaller giderek artıyordu. İşte bu karmaşanın ve zorluğun tam ortasında, Talat Paşa devleti ayakta tutmak için çabalayan önemli isimlerden biriydi.
Ancak Talat Paşa’nın ismi tarihte en çok 1915 Tehcir Kanunu ile anılır ve tartışılır. Osmanlı’nın doğu illerinde yükselen Ermeni isyanları ve Rus işgalinin yarattığı tehdit karşısında alınan bu kritik kararın altında, o dönemin İçişleri Bakanı olan Talat Paşa’nın imzası bulunuyordu. Elbette, yaşanan acılar inkâr edilemez; ama meseleye dönemin koşullarıyla, savaşın ve devletin beka sorununun ciddiyetiyle bakmadan verilen her hüküm eksik kalmaya mahkûmdur. Ne yazık ki Batı’da ve bazı çevrelerde Talat Paşa bir “soykırım planlayıcısı” gibi gösterilmekte, bu iddialar kasıtlı bir şekilde Türkiye’nin tarihiyle olan bağını koparma çabalarına alet edilmektedir.
Mondros Mütarekesi sonrası birçok İttihatçı gibi o da hakkında açılan soruşturmalardan dolayı yurt dışına, Almanya’ya gitmek zorunda kalmıştır. Ancak bu sürgün, onu düşmanlarının hedefi olmaktan alıkoyamamıştır. 15 Mart 1921’de Berlin’de Soghomon Tehlirian adlı bir Ermeni suikastçı tarafından sokak ortasında vurularak şehit edilmiştir. Mahkemede suçlu bulunmayan bu katil, o dönemde Ermeni diasporasının gözünde bir “kahraman” gibi sunulmuştur. O gün bizim için, Talat Paşa ile birlikte, bir milletin belleğinin de hedef alındığı acı bir gündü.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk ise Talat Paşa’ya yapılanları incelemiş, yapılan haksızlıkları görmüş ve TBMM kararıyla Talat Paşa’ya “Milli Şehit” unvanı verilmesini bizzat teklif etmiştir. Meclis de bu teklifi uygun görerek resmen kabul etti. Aslında bu, sıradan bir unvan olmaktan çok öteydi; tarihe, millete ve verilen mücadeleye duyulan saygının tesciliydi.
1943 yılında Almanya’daki mezarından naaşı getirildi, büyük bir devlet töreniyle Ankara’daki Hürriyet-i Ebediye Tepesi’ne defnedildi. Bu defin töreni, aslında sadece bir toprağa teslim merasimi değil; bir millete, geçmişine, fedakârlıklarına ve şahsiyetlerine gösterilen sadakatin ilanıdır.
Son dönemde bazı çevrelerin Talat Paşa’yı hedef alması, onu adeta bir nefret figürü haline getirme çabası ne vicdanla ne de tarihle bağdaşır. Elbette herkes eleştirilebilir; ancak bir insana, özellikle de bir “Milli Şehit”e yönelik hakaret, sadece şahsa değil, o şahsın temsil ettiği değerlere de yönelmiş olur. Talat Paşa’nın anısını yaşatmak, onu anlamak ve anlatmak bir tarihi sorumluluktur.
Ve bu sorumluluk doğrultusunda, Ankara’da Talat Paşa adına dikilen anıt, sadece bir taş yapıt değil; bir milletin hafızası, vicdanı ve tarihe karşı borcunun ifadesidir. Bu anıt, gelecek nesillere “hakikatlerin er ya da geç ortaya çıkacağını”, “vatan uğruna verilen mücadelelerin unutulmayacağını” haykırmaktadır.
Bu anıt, Talat Paşa’ya edilen iftiraların karşısında yükselen bir dik duruştur. O anıtın gölgesinde yalnızca Talat Paşa değil; Enver Paşa’dan Cemal Paşa’ya, Ziya Gökalp’ten Namık Kemal’e kadar bu toprakların istiklali için bedel ödemiş tüm yiğitler yatmaktadır. Bu sebeple herkes bilmeli ki, Talat Paşa’ya uzanan her dil, bu milletin tarihine çarparak kırılır.
Ankara’da yükselen bu anıt, Talat Paşa’ya dikilmekten çok bu milletin vicdanına dikilmiştir. O taşın her çizgisi, bu topraklarda unutulmayan bir vefanın ve tarihten silinemeyen bir kahramanlığın imzasıdır.
Saygılarımla.
Sayın M. Kuşcu,
Tarihimizin önemli ve tartışmalı figürlerinden biri olan Talat Paşa’yı böylesine kapsamlı, dengeli ve duygusal derinliği olan bir üslupla anlatmanız tarih bilincine ve vefa duygusuna güçlü bir katkıdır. Özellikle, bir devlet adamı ve bir vatansever olarak değerlendirme iradeniz, hakikatin peşinden giden her kalem için ilham vericidir. Bu sebeple, sizi yürekten tebrik ederim. Kaleminize ve emeğinize sağlık…
Sayın Okurum,
Yazımı beğenmeniz beni son derece mutlu etti. İlginiz ve değerli yorumunuz için teşekkür ederim.
Saygılarımla.
Sayın Kuşcu,
Talat Paşa gibi tarihimizin önemli bir ismini derinlikli, duyarlı ve gerçekçi bir bakışla ele aldığınız yazınız için sizi tebrik ederim. Bu tür kalemler, tarihimize karşı sorumluluk bilincini diri tutuyor. Emeğinize ve yüreğinize sağlık.
Sayın Okurum,
Yazımı beğenmeniz beni son derece mutlu etti. İlginiz ve değerli yorumunuz için teşekkür ederim.
Saygılarımla.