Türk milleti, tarih sahnesine adımını attığı andan itibaren geniş coğrafyalarda derin ve kalıcı izler bırakmış, köklü bir geçmişe ve zengin bir kültürel mirasa sahip nadide bir millettir. Tarih boyunca farklı coğrafyalara yayılmış, çeşitli ve birbirinden etkileyici devletler kurmuş ve dünya tarihinin akışına yön veren önemli milletlerden biridir Türkler. Kökenleri, tarihin akışını değiştiren o kritik dönüm noktaları ve bizlere miras kalan bu zenginlik, bugün dahi uluslararası ilişkilerde ve kültürel bağlamda büyük bir etkiye sahiptir.
Tarih kitaplarını okuduğumuzda, Türklerin kökeninin Orta Asya’nın engin bozkırlarına uzandığını görmekteyiz. Moğolistan’dan Kazakistan’a, Altay Dağları’na kadar yapılan kazılar ve araştırmalar, atalarımızın bu topraklarda filizlendiğini, kök saldığını apaçık ortaya koyuyor. “Proto-Türk” denen o ilk topluluklar, bilirsiniz, göçebe yaşarmış. Koyunlar, atlar, keçiler… Hayvancılıkla geçinir, otlaklar peşinde diyar diyar dolaşırlarmış. Zamanla, kim bilir hangi sebeplerle, farklı yönlere doğru uzun ve çetin yolculuklara çıkmışlar. İşte o göçebe yaşam, kültürümüze öyle bir işlemiş ki, toplumsal yapımızdan tutun da devlet yönetimine kadar her şeyimizi derinden etkilemiş.
Türk tarihinin en önemli ve paha biçilemez belgelerinden biri olan Orhun Kitabeleri, geçmişimizin en eski ve en güvenilir yazılı kanıtları arasında yer alıyor. Bu kitabeler, Türklerin siyasi yapısı, inanç sistemleri ve yaşam tarzları hakkında bizlere paha biçilemez bilgiler sunuyor. Göktürkler tarafından özenle dikilen bu anıtlar, Türklerin köklü bir devlet geleneğine ve güçlü bir yönetim anlayışına sahip olduğunu tüm dünyaya ilan ediyor. Orhun Kitabeleri, dilimizi ve kültürümüzü ölümsüzleştiren, geleceğe bırakılmış en değerli ve anlamlı miraslardan biridir.
Türk milleti, tarih sahnesine çıktığı günden bu yana nice büyük devletler, imparatorluklar kurmuş, adını altın harflerle tarihe kazımış bir millettir. Ta M.Ö. 3. yüzyılda kurulan Hun İmparatorluğu, bu uzun ve şanlı yolculuğun ilk adımlarından biri, hatta belki de en önemlisidir. Mete Han’ın o müthiş liderliğiyle Hunlar, öyle bir güç haline gelmiş ki, askeri alanda çağdaşlarına resmen fark atmışlar. Yenilikçi yapıları, askeri dehaları dillere destan olmuş. Hunların etkisi sadece Asya’da değil, Avrupa’ya kadar uzanmış, derin ve kalıcı izler bırakmıştır.
Hunlardan sonra, 6. yüzyılda Göktürkler çıkmış sahneye. Asya’nın en önemli, en belirleyici gücü olmuşlar. Düşünün, Türk adıyla anılan ilk devleti kurmuşlar. Bilge Kağan, Kültigin gibi vizyon sahibi liderler… Onların sayesinde Göktürk Kağanlığı, büyük bir güç olmuş. Çin’le öyle çetin mücadeleler vermişler ki, bağımsızlıklarını korumak için canlarını dişlerine takmışlar. Göktürklerin kurduğu bu devlet, Türk milletinin siyasi birliğinin simgesi olmuş, tarihimizde unutulmaz bir dönüm noktasıdır.
Sonra ne mi olmuş? Uygurlar, Karahanlılar, Selçuklular, Osmanlılar… Birbirinden büyük, birbirinden etkileyici Türk devletleri kurulmuş. Koskoca coğrafyalarda at koşturmuşuz. Selçuklular, o meşhur 1071 Malazgirt Zaferi ile Anadolu’nun kapılarını Türklere sonuna kadar açmış. Osmanlılar ise tam 600 yıl boyunca üç kıtaya yayılan devasa bir imparatorluk kurmuş. Dünya siyasetine yön vermiş, adeta ipleri elinde tutmuş. Üç kıtaya yayılan topraklarında barındırdığı benzersiz kültürel zenginlik, bilime yaptığı devasa katkılar ve çok katmanlı toplumsal yapısıyla dünya tarihine adını altın harflerle yazdırmış, eşsiz bir medeniyettir.
Türkler, tarih sahnesine çıktıkları andan itibaren, adeta bir mozaik ustası gibi, farklı kültürlerle etkileşim içinde kendi özgün kültürlerini sürekli olarak zenginleştirmiştir. Türk dilinin o ahenkli yapısı, edebiyatının derinliği, sanatının inceliği, mimarisinin görkemi… Orta Asya bozkırlarından Anadolu’nun kalbine kadar her köşede Türk izlerini görmek mümkün. Göktürk alfabesi, Türk dilini ilk kez yazıya dökerek tarihe altın harflerle kazınmış bir adımdır. Halk hikayeleri, destanlar, şiirler… Türk edebiyatı, yüzyıllar boyunca biriken bu hazinelerle adeta bir derya misali zengindir. Bu eşsiz kültürel birikim, Türk milletinin kimliğini şekillendirmiş ve dünya kültür mirasına paha biçilemez katkılarda bulunmuştur.
Türk-İslam senteziyle birlikte, özellikle Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde bilim, felsefe ve sanatta öyle büyük bir şahlanış yaşanmıştır ki, insan hayranlık duymadan edemiyor. O dönemde yetişen Türk bilim insanları ve düşünürler, astronomiden matematiğe, tıptan felsefeye kadar birçok alanda çığır açmış, adeta mucizeler yaratmışlardır. Kendi özgün kültürümüzü ve dilimizi koruyarak, kimliğimizi tüm dünyaya gururla tanıtıyoruz.
Türk milleti, tarih boyunca nice zorluklara göğüs germiş, kimliğini, bağımsızlık ruhunu korumuş, adeta bir anıt gibi dimdik ayakta durmuş bir millettir. Orta Asya’dan Anadolu’ya, Avrupa’dan Orta Doğu’ya uzanan zengin bir mirasımız var. Bu mirası yaşatmak, gelecek nesillere aktarmak en büyük görevimiz. Geçmişten bugüne gelen bu köklü tarih, Türk milletinin gelecekte de birlik içinde var olacağının en büyük kanıtıdır.
Saygılarımla.
Sayın Kuşcu
Kaleme aldığınız bu etkileyici yazı, Türk milletinin derin geçmişini ve kültürel zenginliğini mükemmel bir şekilde yansıtmaktadır. Okuyucuyu adeta bir zaman yolculuğuna çıkarıyor. Yazınız, Türk milletinin gücünü ve birliğini gözler önüne sererken, geçmişten geleceğe uzanan bu mirası korumanın önemini de başarıyla dile getiriyor. Emeğinize ve kaleminize sağlık.
Sayın M. Kuşcu,
Yazınız, Türk milletinin köklü geçmişini ve kültürel zenginliğini etkileyici bir şekilde yansıtıyor. Okuyucuyu tarihle buluştururken, bu mirası yaşatmanın önemini de güçlü biçimde vurguluyorsunuz. Emeğinize sağlık, çok değerli bir anlatım olmuş.