Osmanlı’da Yeniçeriler, devşirme usulüyle şekillenen bir kurumdu. Balkan köylerinden toplanan çocuklar, ailelerinden koparılarak saraya alınır, sıkı bir disiplin içinde eğitilir ve sadakatleri doğrudan devlete olurdu. Bu sistem, liyakati merkezine alır gibi görünse de özünde biat kültürünü pekiştirirdi. Disiplin vardı, ama sorgulama yoktu. Zamanla düzen bozuldu, devşirme ruhu yerini torpil ve çıkar ilişkilerine bıraktı — tıpkı bugün sağlık sisteminde gördüğümüz çarpıklık gibi.
Nasıl mı?
Bugün bazı yöneticilerimizin geldiği yer belli değil; günü kurtarma refleksiyle, sistemin çarkına kum tanesi atıyorlar. “Bu memur şu eğitimi aldı, o halde bunu da yapar,” diyorlar. Oysa o eğitim bambaşka bir mesleğe, bambaşka bir sahaya ait. Bakanlığın tanımladığı görev alanları görmezden geliniyor. Gerekçe hep aynı: “Vatandaş mağdur olmasın.” Güzel bir bahane. Fakat iyi niyet, geleceği planlayamayan bir sistemde, sadece günü kurtarır.
Bu da sahada çalışan mesleklerin itibarını eritiyor. Hemşireyi her alanda “yapabilir” kılmak, bir süre sonra hem meslek kimliğini aşındırıyor hem de iş yükünü artırıyor. Evde bakım veya yaşlı bakım teknikeri “klinik destek” adı altında farklı alanlarda çalıştırılıyor. Çünkü “bakım” kelimesi kulağa hâlâ “bakıcılık” gibi geliyor. Eğitimdeki ayrım, sahadaki karışıklığa dönüşüyor. Branşlar arasında iletişim yok, sınırlar belirsiz.
Oysa çözüm çok net:
Ünvanlar arası barışı tesis etmek. Her meslek grubunun alanını yeniden düzenlemek. Sağlık sistemi bir orkestra gibidir; herkes aynı notayı çalarsa gürültü olur. Kim nerede, hangi sesle gireceğini bilmeli. Liyakat yeniden merkez alınmalı, çünkü sistemin çivisi orada gevşedi.
Yeniçerilik devşirme düzeniydi; sağlık sistemimizde devşirme usulüyle yönetim olmaz. Bilimle, akılla ve mesleki onurla yönetilir.