Melike Yanık
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Bilgi, yalnızca bir araç mı, yoksa insanın hakikati ararken çıktığı en kadim ve anlamlı yolculuk mu?

Bilgi, yalnızca bir araç mı, yoksa insanın hakikati ararken çıktığı en kadim ve anlamlı yolculuk mu?

Türk düşüncesinde bilgi, sadece akılla değil, kalbin ve ruhun derinliklerinde yaşanan bir hakikat yolculuğudur.

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Bilgi, insanın var olanı, kendisini ve çevresini anlamlandırmak için başvurduğu bir ilkedir. İnsan, bilgiye üretirken yalnızca soyut bir kavrayış üretmez aynı zamanda varlığı derinlemesine kavramasına yönelik bilinçli bir çaba sarf eder. İnsan bilgi aracılığıyla kendi benliğine ve dünyaya dair anlamlar kurar bu anlamlandırma süreci ilk insanın varoluşundan bugüne kadar devam eden bir gerçekliği ifade eder. İnsanlar ilk doğduklarında bile çevreyi ve kendi varlığını anlamlandırmaya, nereye düştüğüne, nasıl tepki vereceğine karşı anlamlar üretir. Bilgi küçüklükten beri insanların anlam üretmelerine ve bulundukları dünyayı anlamalarına yardım eder. İnsan, yalnızca bilgiyi toplamakla kalmaz aynı zamanda bu bilgiyi kullanarak yaşamına rehberlik eder. Bu yüzden bilgi, insanın varoluşuna anlam katan bir süreçtir. Bu anlamlandırma ile birlikte insan, hakikati arama ve onun peşinden gitme, onun hakkında bilgi sahibi olma isteğine kavuşur. İnsan, bilgi ile kendi varoluşunu anlamlandırır ve gerçek hakikatin ne olduğu konusunda kendine yollar çizer. Bilgi olmadan bir insanın hayatını sürdürebilmesi, onun anlamsız bir hayat yaşaması anlamına gelir.

 

İnsan, kendi iç dünyasını anlamak ve keşfetmek için bilgiye ihtiyaç duyar. Kendi içinde yarattığı varoluşsal sorular, kendini tanıma, dünyayı ve evreni ve dünyaya geliş amacını keşfetmek için bilgi üreten insan için bilgi, hem öznel hem de içsel bir keşif sürecidir. Türk düşüncesinde içsel keşfin önemi her zaman belirgin bir şekilde işlenir. Yunus Emre’ye göre;

 

‘’ İlim ilim bilmektir; ilim kendin bilmektir.

Sen kendini bilmezsin, ya nice okumaktır?’’

 

Burada bilgi, yalnızca salt bir okunur gerçekliği ifade etmez aynı zamanda ilim, kişinin kendisini bilmesiyle de ilgilidir. Yunus Emre’ye göre bilgi yalnızca dışarıdan öğrenilen bir şey olmamalıdır. İnsan ne kadar okursa okusun ne kadar bilgi sahibi olursa olsun yine de eğer kendini tanımıyorsa ve varoluşu hakkında hiçbir fikri yoksa bilgi, faydasız bir çaba olarak kalır. Bilgi yalnızca entelektüel olmakla ilgili değildir. Bilgi, kişinin ruhu ve kalbi ile birleşen bir hakikat arayışı olmalıdır. Yunus Emre’ye göre bilgi, kişinin kendisini bilmesi, kendisi hakkında yüzleşmelere sahip olması ve Hakk’ı bilmesi ve tanıması ile olur. Ancak bu şekil bir bilgi, varoluşsal sorulara cevap ve insanın yolunu aydınlatan bir gerçekliği temsil eder.

 

Bilgi, insanı düşünmeye ve hakikati sorgulamaya iter. Düşünme, sürekli sorgulama ve keşfetme yolculuğudur. Varoluşsal sorulara yanıt arama, anlam ve değer dünyası kurma, eleştirme, yeniden değerlendirme gibi adımlar bilginin ışığında var olurlar. Hakikat bu süreçlerin nihai hedefidir. Hakikat yalnızca bilişsel bir gerçeklik değil bireyin ahlaki ve ruhsal boyutlarına da etki eder. Türk düşüncesinde hakikat anlayışı genellikle tasavvufi pencereden ele alınır. Tasavvuf düşüncesi bilgiyi yalnızca akıl değil, kalp ve sezgiyle açıklar. Tasavvufta hakikate erdiren bilgi olan marifet ancak kalp gözüyle görülür. Hakikat bilgisi, hem içsel bir disiplin hem de dönüşüm sürecidir. Bu süreçte bilgi, bireyin varlıkla olan bağını güçlendirir ve benliğini dönüştürmeye hizmet eder. Bilgi, Türk düşüncesinde ahlaki ve manevi yönüyle ağır gelir ve bireyler için varoluşsal bir sorumluluğa dönüşmüştür.

Bu nedenle Türk düşüncesinde bilginin değeri, bireyin hayatına nasıl işlediği ile, onu nasıl yaşadığıyla ölçülen bir ilkedir. Türk düşünsel geleneğinde bilmek, olmak ile ilgilidir ve doğrudan yaşamın içinde algılanır. Bu bağlamda tasavvufi düşüncede, bilgi anlayışı, bireyin içsel dönüşümünü merkeze alır ve onu daha erdemli, adil, sorumluluk sahibi bir insana çevirmeyi amaçlar. İnsan ancak kendi içsel dünyasında derinlikli ve erdemli bir insana dönüştüğü taktirde bilgiye kavuşmuş ve hakikati izlemiş olur. Yunus Emre’nin; ‘’ ilim kendin bilmektir’’ sözü Türk düşüncesinin bilgi düşüncesini açıklar. Türk düşüncesinde bilgi, her ne kadar kişinin içsel bir keşif yolculuğunu simgelese de asıl hakikat Tanrı’yla kurulan ilişkidedir. Türk düşüncesinde Tanrı, yalnızca teolojik bağlamda ele alınmaz. Tanrı yalnızca inanılan bir güç değil aynı zamanda bilginin nihai kaynağı ve hakikatin özüdür. Bilgiyi arayan insan yalnızca nesnel ve somut dünyada bilginin gerçekliğini bulamaz aynı zamanda ilahi hakikate de yönelmesi gerekir. Bireyin varoluşunun hakikati de buna bağlıdır. İnsan kendini bildikçe, Tanrı fikrine daha çok yaklaşır ve hakikati arama yolculuğuna çıkar. Türk düşüncesinin bilgi anlayışı insanın hem zihnini hem içsel dünyasını, kalbini ve ruhunu aydınlatır. İnsan bu şekilde Tanrı’nın da bilgisine sahip olarak toplumsal yaşamda daha adaletli, toplumla uyumlu, erdemli ve saygılı bir insana dönüşür. Bu yüzden bilgi, bu ruhsal derinliğe sahip olmak için de oldukça önemlidir. Yüzeysel bir bilgi anlayışına sahip olmak Türk düşüncesiyle uyuşmaz. Türkler her zaman daha manevi ve ruhsal daha anlamlı yönü ararlar. Bunun nedeni olarak da Türk düşüncesinin tarihinde daima Tanrı düşüncesinin aktif bir rol oynaması getirilebilir.

İnsan varoluşu gereği bilgiye muhtaç olarak doğar. Kendi varlığı ile kurduğu en temel ilişkilerden biri bilgidir. Türk düşüncesi bu muhtaçlığı yalnızca araçsal olarak kullanmaz aynı zamanda bir varoluşsal kimlik ve ruhsal bir süreç olarak ele alır. Tasavvuf düşüncesi ile birlikte ele alınan bilgi, buna göre; yalnızca dış dünyanın nesnel verilerle kavranamayacağını, insanın içsel dünyasında tecrübe ettiği hakikatlerle tanımlanabileceğini savunur. Klasik bilgi düşüncelerinden farklı olarak, bilgi sadece akılla değil; kalp, sezgi ve ruh ile açıklanır. Tasavvuf öğretisinde bilgi üç şekilde bilinir: ilim, irfan ve marifet. İlim, en dıştaki bilgi katmanı olan nesnel, aktarılabilir ve sistematik bilgidir. Belirli kurallara ve elde edilen kavramlara bağlıdır. İrfan ise bilginin kalp merkezli rolüdür ve insanın sezgisi, yaşantısı ve hikmetiyle kavradığı bilgi türüdür. İrfan sahibi kişi, bilgiyi sadece ezberlemez, onu yaşar ve bireyselleştirir. Bu süreçte bilgi, karakter inşası haline gelir ve bilgiye ahlaki bir boyut kazandırılır. Marifet ise bilginin en yüksek katmandır. Marifet, Hakk’ı bilmek ve tanımaktır. Bu bilgi düzeyi, içsel tecrübeyi ve teslimiyeti içerir. Marifet, Hak ile kulu arasındaki samimi, derin bir bağı ifade eder. Marifette bilgi öznenin aşkın bir varlıkla kurduğu bağı simgeler. Bilginin anlaşıldığı bu üç durumda da bilgi ile varoluş arasındaki bağ hiçbir zaman göz ardı edilmemiştir. Tasavvuf düşüncesinde bilgi, bireyi Hakk’a ulaştırmayan nesnel bir yükümlülükteyse sadece zihinsel bir uğraşı temsil eder. Tasavvufi gelenekte, bilgi varoluşsal ve ahlaki bir sorumluluk taşımalıdır. Bilgi, insanı olgunlaştırmalı, geliştirmeli, kendisini ve başkasını düşünmesini ve daha iyi anlamasını sağlamalı, onu daha iyi bir insan haline getirip sorumluluklarını farkında vardırtmalıdır. Bilgi, ancak bu şekilde işe yarar ve insanlara iyi bir şey için vesile olur. Tasavvufi düşüncede kimi yerlerde hadis-i şerif olarak kabul görülen bir öğretide şu yazar: ‘’ Her kim ki kendini bildi, Rabbini bilir.”

Buna göre, insan bireysel farkındalığa ulaşarak Tanrısal hakikati anlamaya başlar. Bilgi hem kişinin iç dünyasına hem de ilahi olana yönelmesini sağlayan bir yöndür. Bunun bu şekilde olmasını nedeni ise tasavvufta varlığın tek bir kaynaktan geliyor olmasıdır: Hakk’ın varlığı. Türk düşüncesi de bu öğretileri kabul eden ve benimseyen bir tutum göstermiştir.

Bu geleneksel yaklaşım artık 19. yüzyıldan itibaren değişmeye ve Türk düşüncesinde bilginin yerini sarsmaya başlamıştır. Tanzimattan Cumhuriyete uzanan süreçte, bilgi anlayışı giderek değişti ve araçsallaştı. Fakat asıl problem benim fikrimce 2000’ler sonrasında yaşanmaya başlandı. Bilgi artık Türk düşüncesinde yer alan kutsal bir hakikati arama arayışı değil yalnızca ezberlenen ve araç olarak kullanılan bilgiler haline geldi. Bilgi, artık gençler için ezberlemeleri gereken kurallar, yasalar haline geldi. Bu dönüşümün temelinde Batı’dan aktarılan bilgi anlayışı önemli yer tutmuştur. Batı düşüncesi, Türk düşüncesine göre daha yüzeysel ve somut kalır. Batıda bilginin ve ilmin manevi yönü daha zayıftır. Bilgiyi ya güç için kullanırlar ya da hırs için, bilgi ve insanın kurduğu manevi bağ ikinci plana itilmiştir. Batı düşüncesinde bilgi, hakikati aramaz bunun yerine bilimsel verileri araştırır. Hızlı modernleşme adımlarının zararları topluma da yansımıştır. Eski Türkiye’nin genç ve dinamik akılları, maneviyatı güçlü, Hak ve hakikati sorgulayan ve peşine düşen nesil artık daha ziyade sosyal medyada tutsak kalmış ve orada okudukları her şeyi hakikat olarak kendi zihinlerine kabul ettirmeye başlamışlardır. Peki, bilgi sadece ilerlemenin aracı mıdır? Batının modernleşme hamleleri ile bilginin manevi boyutu ve içsel yolculuğu göz ardı edilmiş ve yalnızca ilerleme ve bilimsel araştırmalar ile kısıtlandırılmıştır. Bu aynı zamanda insanın anlam ve varlık arayışlarında da kopukluklara sebebiyet vermiştir. Batı düşüncesinin doğrudan Türk düşüncesine geçtiği elbette söylenemez. Kendi kimliği ile harmanlayarak belirli etkilerini alan Türk düşüncesi yine de eskisi kadar kendi özünü muhafaza edememiştir. İlk etapta Batının bilimsel ve teknik ilerlemelerinden yararlanmak olan bu süreç git gide kültürel ve düşünsel bir yön değişimine sebep olmuştur. Artık rasyonel ve ölçülebilir fikirler daha fazla öneme sahip olmaya başlamış ve bilgi, insanın varoluşsal gelişiminde eksik kalmıştır.

Birey artık kendini evrenin anlamlı bir parçası olarak değil de yalnızca işlevsel bir parçası olarak görmeye başlamıştır. Üretim ve tüketim zincirinin bir halkasından daha fazlası olduğu gerçeğini unutan insan asıl hakikati arkasında bırakmış ve kendi varlığının anlamını da sorgulamamaya başlamıştır. Bu süreç, nesiller arası kopukluk yaratmıştır. Bu sebeple geçmişe dönük baktığımızda görülen genç hafızalar, toplumsal düşünceler, yazarlar ve sanatçıların ortaya koyduğu eserler bile artık günümüzde görülmemeye başlanmıştır. Geleneksel bilgelik birikimi kopmaya başlamış bunun yerine artık modern rasyonalite rol oynamaya başlamıştır. Bu durumun bir çok olumsuz sonucu topluma yansımıştır. Bilgi, toplumu birleştiren bir hakikat unsuru olması gerekirken artık bireyleri anlamdan da uzaklaştıran bir yabancılaşmaya dönüşmüştür. Bu bağlamda Türk düşüncesi kendi varlığından ve kimliğinden de uzaklaşmaya başlamıştır. Bilgiyi kullanma yöntemleri değişmiş ve bilginin tanımı kökten bir değişime uğramıştır. Modern dünyada artık insan dış dünyayı anlamaya ve bilimsel veriler toplamaya uğraşırken kendinden uzaklaşmıştır.

Tasavvuf düşüncesinde ise insan dış dünyayı kendini anlamakla başlar. Tasavvufi bilgi bu yönüyle, anlam krizine düşülen bu modern çağda bireyi hem kendi iç dünyasına hem de gerçek hakikatin ne olduğuna yöneltir. Bu manevi içeriklerin daha fazla okunması, örneğin; Yunus Emre, Mevlâna, Hacı Bektaş Veli, bireyin yaşadığı bu anlam krizine bir çözüm sunmakta güzel bir yol olabilir. Türk düşüncesinin de bilgi anlayışının korunması için bu tasavvufi yön göz önünde bulundurulmalı ve hakikat arayışı daha derinlikli şekilde ele alınmalıdır. Günümüzde bilgi, artık çok daha kolay ve yüzeysel şekilde anında ulaşılabilen bir gerçekliktir. Bilgiye anında isteği zaman ulaşan insan bir zaman sonra kendi içerisinde bir anlam yoksunluğuna uğrar. Bilgiye ulaşmak o kadar kolaydır ki, gerçek olanı unutur ve kaybeder. İnsan artık bilgiyi bilmek ve anlamak değil onu nasıl kullanabileceğini ölçer. Bilgiye ulaşmanın bu derece kolaylaşması genç nesiller için gerçek hakikat arayışını da zayıflatır. Kendilik krizi, anlam boşluğu, varlıkla bağ kuramama gibi problemlere sahip olan yeni nesil, geçmişten gelen kadim birikimi göz ardı eder. Teknoloji bilgiye ulaşmayı her ne kadar kolaylaştırsa da insanın kendini bilmesini kolaylaştıramaz. Hiçbir yeni teknoloji ya da yapay zekâ kişinin kendi içerisinde yaşadığı varlık problemlerine ya da anlam arayışlarına cevap bulamaz. Birey bunun cevabını kendi bulmaya çalışmalı ve bilgiyi hak etmelidir. Bugün ki yaşanan toplumsal epistemolojik kopuşun nedenleri bunlardır. Manevi boşluk ve kimlik karmaşasının oluşturduğu bu süreç, kültürel dağılmayla sonuçlanmıştır.

Bu durumda Türk düşüncesini ayakta tutan o taşıyıcı sütun ne olacak? Buna cevap olarak Türk düşüncesinin kendi içinde taşıdığı o tasavvufi anlayış cevabını verebilirim. Çünkü ancak bu şekilde insan kendi iç dünyasına dönüp varlıkla ilgili problemlerine daha anlamlı cevaplar bulabilir. Teknoloji de bu bağlamda iyi yönde kullanılırsa güzel sonuçlar ortaya çıkarabilir. İnternetin sağladığı zengin alt yapı ile eski kadim gelenekler ve yazılar ortaya çıkarılabilir ve bir çok kaynağa kolayca ulaşım sağlanabilir. Bilgiye anında ulaşmaktan bahsetmiyorum fakat, eski tasavvufi düşüncelerin oluştuğu dönemdeki eserlerin incelenmesi oldukça katkı sağlayabilir. Bu bağlamda, yalnızca eskiye dönmek de çözüm sunmaz, geçmişin izleriyle geleceği yeniden düşünmek gerekir. Tasavvufi bilgi modern bilgiyi tamamen reddeden bir duruşta değil onu yeniden düşünen, aşan ve anlamını derinleştiren bir konumda olduğu sürece insanın içindeki bilgi arayışı da sağlam bir zemine oturmaya başlar. Bilgiyi bilenler elbet de çoğalır fakat asıl işe yarayan o bilgiyi alıp dönüştüren insanlarda gizlidir. Bu nedenle Türk düşüncesinin bilgi ve hakikat yolculuğunda hem zengin köklerini unutmayan hem de çağın imkanlarını kullanan ve geliştiren nesillere ihtiyacı vardır.

Bilgi, yalnızca bir araç mı, yoksa insanın hakikati ararken çıktığı en kadim ve anlamlı yolculuk mu?
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Türkiye Aktüel ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!