Din, bireylerin hayatına anlam ve değer katar. Birey hem iç dünyasında hem de yaşadığı toplumda bir değer ve anlam arama çabasındadır. Bu değeri kurmada ki en etkili yardımcılarından biri olan din, insanların üzerindeki etkisi ile sandığımızdan daha büyük bir öneme sahiptir. Çünkü din, yalnızca kişinin inançlarını belirleyen kurallara sahip bir değerler sistemini temsil etmez aynı zamanda kişinin karakterini, doğrularını ve yanlışlarını, neye önem verdiğini, toplumsal ve kişisel ilişkilerini ve yaşam stilini belirler. Din, insanın aşkın bir değer ile kurduğu anlam çabasıdır. Buna göre, sonlu bir hayatı olan insan, ölümden sonra ne olacağını, o sonsuz evrenin sonunda ne olduğunu, kendi aşkınlık alanını merak eder. İnsan kendi sınırlarını ve yaşamını anlamlandırırken aynı zamanda bundan da ötesini aramaya başlar ve kendini aşmayı, bütününün anlamını kavramak ister. İnsan kendi yaşamında bulamadığı cevapları, aşkın bir varlıktan bilmek ister ve ona göre inançlarını oluşturur. ‘’Şimdi’’nin anlamını oluşturan din, bireyin kendini kaybolmuş hissettiğinde sığınacağı liman olma görevini taşır. Din, yalnızca dini değerlerin bütünü değil, anı zamanda mutlak iyiliği oluşturur.
Mutlak iyilik kavramıyla birey, toplumsal bütünleşme ile kültürel bir aidiyet duygusu yaşar. Din, maddi dünyanın da ötesinde bir metafizik düzlemi anlamımıza yardım eder. İnsanın varoluşunun temel sorularına bir yanıt bulmamızda öncü olur. Toplumsal ve bireysel olarak yaşama yön veren din, insan yaşamında toplumu da şekillendirir. Kimi toplumların dini değerleri yüksek kimilerinin daha azdır. Buna göre, Toplumda ki farklı kültürleşmelerin güçlü bir sebebi konumunda olan din, bireyin dünyaya bakışını yönlendirir. Toplumun kültürel ve etik değerlerinin temel taşı olan din aynı zamanda bireyin iç dünyasının da vazgeçilmez bir temel yapı taşıdır. Her toplumun kendine özgü dini değerleri vardır. Bireyler, çocukluklarından itibaren ailede ve toplumda gözlemledikleri doğrular ile birlikte büyürler. Bu doğrular bireye yaşamında uygulayacağı belirli kurallar çizer. Bu kurallar bilincinde büyüyen bir toplumda, ortak bir ahlaki zemin oluşur. Bu zemin, sosyal davranışları düzenler ve bireyin bilincinde olan kuralları topluma uygulamasına neden olur. Bir İslam ülkesinde büyüyen bir bireyin dünyaya ve topluma bakış açısı bir Batı toplumunda büyüyen bir bireyden oldukça farklıdır. Farklı kurallar, farklı çevre, farklı değerler sistemi ve farklı etik anlayışlar öne çıkar. Bu farklılıkların temelinde dinin topluma olan nüfuzu önemlidir. İnsan, sosyal bir varlık olduğundan, büyüdüğü ve benimsediği kural, inanç ve değerler sistemini topluma da yansıtır. Fakat, din bu yansımada yalnızca bir inanç sistemi olarak görev almaz, aynı zamanda ahlak, etik, siyaset, adalet konularında da belirleyici roller oynar. Bir toplumda gerçekleşen ibadetler, bayramlar ve geleneksel örf ve adetler din ile birlikte toplumda yer bulur. İnsanlar bu mekanlarda ve zamanlarda birbirleriyle bağ kurarlar ve aidiyet duygusu hissederler. Bu bağlamda, din yalnızca bireyin içsel dünyasını ve toplumsal düzenini kurmakla kalmaz aynı zamanda bireye aitlik duygusunu hissettirir. Somut bir dünyada tek başına yaşayan insan, toplumda din ile birlikte bir anlam bulur ve kendini ibadet ettiği alanlarda ve toplumsal beraberlikte ait hisseder ve kendi anlam arayışını bulmaya başlar.
Toplumsal normlar bu bağlamda dinden beslenirler. Çünkü bireyler, öğrendikleri ve benimsedikleri kurallar doğrultusunda kendilerini denetlerler ve başkalarıyla kurdukları ilişkileri şekillendirirler. Yardımlaşma, dürüstlük, sorumluluk gibi etik davranışlar bireyin iç dünyasına taşınır ve bu bağlamda toplumsal normlar da şekillenmiş olur. Bireyin içsel inancı ile toplumun ortak vicdanı arasında bir köprü görevi gören din, toplumsal düşünce yapılarına doğrudan veya dolaylı olarak etki eder. Tarih boyunca dinler, toplumun ve medeniyetlerin oluşmasında önemli bir rol oynamıştır. Ortak kutsal mitler, ortak ibadet alanları geçmişten günümüze değerlerini koruyarak ve geliştirerek var olmuş ve geleceğe yön vermişlerdir. En eski yapılardan biri olan Göbeklitepe bile ilk inanç merkezlerinden biri olarak kabul edilir. Buna göre, milattan önce ve bilemediğimiz tüm geçmiş zamanda din her zaman bireylerin hayatını etkileyen önemli bir merkez halindeydi. Bu bağlamda din, ortak ibadet alanları ile toplumu bir araya getiren ve en önemlisi uzun yıllar değerini koruyan bir gerçekliği temsil etmektedir. Din aynı zamanda, insanın cevap bulamadığı ve varoluşsal kaygılarının olduğu, başa çıkmakta zorlandığı sorulara cevap olur.
Ölüm, adaletsizlik, kötülük gibi konularda insan, din ile birlikte teselli ve anlamlı cevaplar bulur. İnsan bu şekilde yönünü çizerken kendi içsel yolculuğunu da tamamlar. Daha tutarlı ve bütünlüklü bir yaşama sahip olur. Ölümün anlamı ve kötülüklerin sebebi gibi zorlayıcı konularda kendisini teselli edeceği hisleri keşfeder. Din aynı zamanda belki de hepsinden daha zor ve derinlikli bir konuya da cevap olur; varlık konusu. İnsan, kendi içerisinde bir takım sorular sorar; Ben neyim? Neden var oldum? Varlık problemi yalnızca felsefenin ilgi alanına girmez. Dinde de varlık soruları oldukça merkezi bir konuma sahiptir. Din, varlığı yalnızca fiziksel bir gerçeklik olarak algılamaz, dine göre anlamın ve amacın kaynağı da varlıktır. Varlığın görünmeyen, sezgisel yönü ele alınır ve din, aşkın boyutuyla insanı hem kendisine hem de evrene dair derin düşüncelere yöneltir. İnsan varlığını anlamlandırırken başvurduğu en etkili yön olan din, insanın varoluş ve yokluk ile kurduğu bağlamda aradaki köprü görevini görür.
Din, insanın varlık ile olan temel problemlerine ve sorularına anlam veren bir yönelimdir. İnsan, kendi sonunu fark etmeye başladığında ondan öte ne olabileceğini, varlığının sonunun ne olacağını düşünürken din ona bir yön verir. Bu yüzden din, kişinin hayatında hem içsel hem de dışsal yolculuğunun en önemli yoldaşı olur. Din, varlığın yalnızca maddi dünyada sınırlı olmadığının farkındalığını sunar. Mutlak hakikat, mutlak düzen, mutlak gerçeklik gibi kavramlar bu bağlamda açıklanır ve insan için anlam bulur. Türk düşüncesinde ise din, her zaman oldukça merkezi bir role sahipti. Türk düşüncesinin şekillenmesinde büyük bir yeri olan din, tarih boyunca varlık ve dini iki temel tema olarak işlemiştir. Din, temel bir yapı taşı olarak Türk toplumunun hem varlığı hem de hafızası olmuştur. Türk düşünce geleneği, tarih boyunca din ile toplum arasında sıkı bir bağ kurmuştur. Türk düşüncesinde din, yalnızca bir inanç sistemi değil, toplumun yapısını, adetlerini ve geleneklerini, yönetimini etkileyen bir unsur halinde olmuştur.
Din, Türk kültür yapısında sadece Tanrı üzerinden toplumun şekillenmesi değil aynı zamanda, ahlak, töre gibi konularda da devlete yön vermiştir. İslamiyet öncesi dönemde dahi Türk geleneğinde insan Gök Tanrı düşüncesinden başlamıştır. Bu inançla birlikte bireyin hem kendisine hem de yaşama karşı bir sorumluluğu oluşmaya başlamıştır. Türk düşüncesinde din, geçmişle olan bağın kurulması, ortak ruhun oluşması ve sürekliliğin sağlanması için oldukça gerekli bir konuma sahipti. Bayramlar, cenaze törenleri, mevlitler ve toplumsal dayanışma gelenekleri gibi bir çok kültürel aktiviteler, Türk düşüncesinde yalnıza dini kökeni değil kolektif hafızayı da oluşturmuştur. Din, korunması gereken bir yönelim olmaktan çok, her kuşakta kendini yenileyen canlı bir ruh gibi Türk düşüncesinde nesilden nesile ulaşmış ve süregelmeye devam edecek bir gerçekliktir.
Din, hem bireysel bir iç huzur hem de toplumsal ilişkilerin ortak bir hafızaya dönüşmesine sebep olur. Din, tarih boyunca Türk düşüncesinde var olmuş bir yapıyı temsil etse de zamanla Batılılaşma hareketleri ile birlikte dinin toplumsal ve bireysel yaşam üzerindeki etkisi giderek sorgulanmaya başlanmıştır. Modernleşme ile birlikte dünyada, düşünsel ve kültürel akımların etkisiyle birlikte, laiklik, bireysel özgürlük, bilimsel düşünce gibi fikirler yayılmaya başlamıştır. Bu değişim ile birlikte dinin geleneksel yönü toplum üzerinde etkisini kaybetmeye başlamıştır. Türk düşüncesinde yeni bir yön açılmasına sebep olan Batılılaşma hareketleri ile birlikte rasyonel düşünce şekillenmiş ve dünya çapında dinin toplumsal etkisini sorgulayan bir zihniyet doğmuştur. Batılılaşma ile birlikte gelen yenilikler ile Türk düşüncesinde devlet ve din işleri Tanzimat ve Cumhuriyet dönemlerinde ayrılmaya başlamış ve bireyin kendi iradesiyle düşünmesi, dinin ahlaki ilkelerinden bağımsız bir bilimsel akla yönelmesi konuları gündeme gelmeye başlamıştır.
Bilimsel akıl ile dini dogmalar yerini rasyonel düşünce ve bilimsel araştırmalara bırakmış ve eleştirel düşünce akımı başlamıştır. Bağımsız inanç özgürlüğü ile dinin etkisi sorgulanmıştır. Dinin bu bireysel etkisi, topluma da sert bir biçimde yansımıştır. Din, toplumda eskiden ortak bir değer olarak kabul edilirken artık daha çok bireysel bir yönelim haline gelmiştir. Geleneksel değerlerin yerini laik düşünceler almış ve toplumun ortak hafızası değişmeye ve bireyselleşmeye başlamıştır. Halkın, dini bayramları kutlama biçimi değişmiş, oruç, namaz gibi ibadetler daha kişisel sorumluluklar olmaya başlamıştır. Toplum bu bağlamda Batılılaşma ile birlikte dinin geleneklerini yadırgamaya ve kendi kültürünü muhafaza etmekte problemler yaşamaya başlamıştır. Batılılaşma hareketi ile, toplumda köklü değişimler yaşanmıştır. Bunlar arasında en dikkat çekici konu din olması bağlamında, toplumda artık aile yapıları, dini değerler, toplumsal cinsiyet rolleri, ahlak anlayışı gibi konularda değişiklikler yaşanmıştır.
Din, ahlaki bir çerçeve hazırlamışken, Batı düşüncesi ile birlikte bu çerçeve kırılmış ve kişi artık kendi ahlaki değerlerini Batı üzerinden kurmaya ve özgür olduğunu sanmaya başlamıştır. Geleneksel değerlerini savunmayan bir toplumla karşı karşıya kalınmış ve kültürel değerler modernleşmiş ve bireyselcilik yayılmıştır. Bu problem dinin, Türk düşüncesindeki sarsılmaz konumunu zedelemiş ve artık din, eskisi kadar merkeze alınan bir konu olmaktan çıkmıştır. Etik ve ahlaki değerlerin değişmesi, bireyin kendi iç dünyasında da değişimler yaşamasına sebep olmuştur. Kişi artık, varlık konusunda daha çok kaybolmuş ve anlam bulma yolunda izini kaybetmeye başlamıştır. Batılılaşma ile birlikte, anlam ve değer bulma çabası, cevabını bulamadığı soruların cevaplar, kaybolmaya başlamış ve kişi artık kendi anlamını kendi yaratma çabasına girmiştir. Batılılaşmanın bu etkisi ile birlikte toplumsal zıtlıklar da ortaya çıkmaya başlamıştır. Bir yanda geleneksel değerleri savunanlar diğer yanda Batının değerlerini benimseyenler olarak toplum ikiye bölünmüştür. Bu da toplumun ortak hafızaya sahip olmasını güçlendiren bir durumu ortaya çıkarmıştır.
Toplumsal aidiyet duygusu kaybolmuş ve toplum artık kendi değerlerini unutmaya başlamıştır. Bu kimlik krizi ile birlikte, toplumsal bütünlük zarar görmüştür. Modernleşme ile birlikte, bilimsel düşünce toplumsal hayata girmiş ve dinin toplumsal güce olan etkisi azalmıştır. Bireylerin yaşam stilleri değişmiş ve laikleşmiştir. Türk toplumunda modernleşme süreci bu bağlamda dinin etkisini kaybetmesiyle önemli problemlerin gün yüzüne çıkmasına sebep olmuştur. Bu yüzden Türk düşüncesinde din problemi unutulmaması ve göz ardı edilmemesi gereken bir konudur. Dini değerlerin zamanla kaybolması ile birlikte toplumsal yapı değişirken aynı zamanda toplumsal dayanışma ve sosyal değerler de ortadan kalkar. Modernleşme süreci, dini normları toplumsal yapının dışına itmiştir fakat bunun yerine koyacak bir kültür sistemi yeterince oluşturamamıştır. İşte bu yüzden bu problem farkına varılmalı ve nesillere bunun önemi anlatılmalıdır. Çünkü Türk düşüncesi kendine özgü bir yapıya sahip, farklı ve sağlam bir zemine sahiptir. Bizim yapmamız gereken bu zemini hatırlamak ve tekrar gün yüzüne çıkarmaya çalışmaktır.