Bir Umudun 7 Hikâyesi: 7×7 Projesi
Bir ülkenin geleceği bazen yollarında değil, sokaklarında gizlidir.
Bir milletin vicdanı, parlak kulelerin gölgesinde değil; yağmurlu bir akşamda titreyen bir köpeğin, bir duvar dibinde doğum yapan bir kedinin, sessizce uzanan bir canın gözlerinde okunur.
Bugün, Avrupa Komisyonu’nun Adalet Programı altında fonlanmaya hak kazanan 7×7 — Türkiye’de Sokak Hayvanları için Bölgesel Rehabilitasyon ve Entegrasyon Merkezleri Projesi, tam da bu sessizliğe ses vermenin hikâyesidir.
Bu proje bir belge, bir bütçe ya da bir plan değil; vicdanın yeniden mimarisidir.
Bir Sayıdan Fazlası: 7×7 Bir Felsefedir
Yedi bölge, yedi merkez, yedi yaşam döngüsü.
Her biri yalnızca bir coğrafyayı değil, bir duyguyu temsil eder:
Ege’nin huzurunu, Marmara’nın dönüşümünü, İç Anadolu’nun direncini, Karadeniz’in neşesini, Akdeniz’in sıcaklığını, Doğu’nun sabrını, Güneydoğu’nun umudunu…
7×7 Projesi, Türkiye’nin yedi bölgesinde kurulacak entegre merkezlerle yalnızca sokak hayvanlarını değil; toplumsal empatiyi, çevresel adaleti ve yerel dayanışmayı da yeniden inşa ediyor.
Burada veterinerler, psikologlar, mühendisler, hukukçular, sanatçılar, gönüllüler aynı çatı altında buluşacak.
Amaç yalnızca hayvanları korumak değil; toplumu dönüştürmek.
Adaletin Yeni Tanımı: Canlı Olan Her Şeye Eşit Mesafede
Avrupa Komisyonu’nun 7×7’i destekleme kararı, yalnızca teknik bir başarı değil, etik bir dönüm noktasıdır.
Adalet kavramı artık insan merkezli değil; yaşam merkezli bir yaklaşıma evriliyor.
Bir kedinin karnının doyması, bir köpeğin şiddetten korunması, bir çocuğun empati öğrenmesi — bunların her biri artık “adalet”in parçası.
Çünkü adalet, mahkeme duvarlarının ötesinde; kalplerin yeniden merhametle dolduğu yerde başlar.
7×7, Avrupa’ya şu mesajı gönderiyor:
“Biz yalnızca şehirlerimizi değil, kalplerimizi de dönüştürmek istiyoruz.”
Bir Takım, Bir Vizyon: 7×7’in Kalbindeki İnsanlar
Her büyük hikâyenin arkasında bir inanç vardır.
Ve her inancın arkasında onu omuzlayan insanlar…
Bu proje de öyle bir ekipten doğdu: farklı disiplinlerden, ama aynı vicdan çizgisinde buluşan bir topluluk.
- Anet Obapınar, projenin sanat yönetmeni. Her rehabilitasyon merkezinde yalnızca barınak değil, “iyileşme mekânı” kurmayı hayal eden vizyoner bir müzik ve sanat eğitimcisi. Onun tasarladığı “duygusal mekân” konseptleri, hayvanların ve insanların birlikte huzur bulacağı alanlara dönüşüyor.
- Alin Çobanoğulları, iletişim ve kampanya direktörü. Avrupa’nın kalbine uzanan 7×7 anlatısını dünyaya taşıyan ses. Onun stratejisiyle proje yalnızca bir uygulama değil, toplumsal bir hareket haline geliyor.
- Burcu Öner, hukuk danışmanı. Hayvan haklarını, çevre hukukunu ve sürdürülebilir kalkınmayı Avrupa mevzuatlarıyla uyumlu hale getiren akılcı güç. Onun titizliği sayesinde proje, etik ilkeleri kadar hukuki çerçevesiyle de örnek teşkil ediyor.
- Beyza Er, sürdürülebilirlik ve politika uzmanı. Döngüsel ekonomi, yeşil altyapı ve karbon ayak izi azaltımı konularındaki katkılarıyla 7×7’i sadece bir sosyal değil, bir iklim adaleti projesi haline getiriyor.
- Betül Yaman, endüstri mühendisi. Her merkezin işleyişinde verimlilik, kaynak yönetimi ve inovasyonu birleştiriyor. Onun sistematik yaklaşımı sayesinde bu proje, Avrupa standartlarında bir yönetim modeline kavuştu.
Ve elbette bu fikri doğuran, bir mimar değil yalnızca; bir vizyoner olan Özden Çetin.
Bir peyzaj mimarı, bir şehir plancısı, bir sosyal etki lideri olarak onun rehberliğinde 7×7, duygudan stratejiye, çizimden vizyona dönüşen bir hikâyeye büründü.
Çetin’in liderliğinde ekip yalnızca bir proje geliştirmedi — bir uygarlık hayali kurdu.
Bir Fon Değil, Bir Güvenin İfadesi
Avrupa Komisyonu’nun mektubunda yalnızca “kabul” kelimesi yoktu.
Satır aralarında, bir toplumun yeniden güvenilir olduğuna dair umut vardı.
Bu proje, Avrupa’dan Türkiye’ye uzanan bir güven mektubudur.
7×7’e verilen fon, sadece finansal bir kaynak değil; “biz birbirimize inanıyoruz” diyen iki kıtanın el sıkışmasıdır.
Bir tarafta Brüksel’in bürokrasisi, diğer tarafta Türkiye’nin sokakları…
Ve bu iki uç, vicdanın ortak dilinde buluştu.
Bir Çocuğun, Bir Hayvanın ve Bir Toplumun Gözünden
Bir çocuğu düşünün.
Her sabah aynı köpekle karşılaşıyor.
İlk gün korkuyor, ikinci gün bakıyor, üçüncü gün gülümsüyor, dördüncü gün su getiriyor.
Beşinci gün elini uzatıyor — ve o anda artık iki can birbirine güveniyor.
İşte 7×7 tam olarak bu anı sistemleştiriyor:
Bir sevginin, bir güvenin, bir toplumsal değişimin kurumsal modeli haline geliyor.
Bu proje, bir barınak değil; bir empati ekosistemi.
Toplumun Aynası: Hayvanlara Davranışımız
Bir ülkenin gelişmişliği, plazalarının yüksekliğiyle değil;
sokaklarındaki sessiz canların güvenliğiyle ölçülür.
7×7, Türkiye’nin bu aynaya cesurca bakışıdır.
Bu proje, yalnızca hayvanları korumakla kalmayacak —
çocuklara, gençlere, yaşlılara, kurumlara bir insanlık dersi verecek.
Her rehabilitasyon merkezi, yalnızca tedavi ve bakım değil; insanlaşma alanı olacak.
Son Söz: Yedi Kere Doğmak
Bugün Brüksel’den gelen kabul mektubu bir bürokratik belge değil, bir sevgi manifestosudur.
Bir kıta, bir ülkeye şunu söylüyor:
“Sana inanıyoruz. İçinde hâlâ iyilik var.”
Ve o iyilik şimdi yedi şehirde, yedi merkezde, yedi umut olarak filizleniyor.
Her hayvan kurtulduğunda bir toplum biraz daha iyileşecek.
Her gönüllü bir cana dokunduğunda, bir vicdan daha uyanacak.
Ve biz yeniden hatırlayacağız:
Bu topraklarda yaşamın değeri yalnızca insanlar arasında değil, tüm canlılar arasında eşittir.
Son Söz: Bir Canın Gözünde İnsanlık
Belki bir gün,
bir şehir sabahında bir köpek sessizce geçecek önümüzden —
ve biz ilk kez korkmayacağız.
Belki bir çocuk, bir kediyi kucağına alacak —
ve ağlamaktan çok anlamayı öğrenecek.
Belki o gün,
biz insanlar, dünyaya sahip olmaktan vazgeçip
onunla birlikte yaşamayı hatırlayacağız.
Çünkü 7×7 yalnızca bir proje değildir;
bir ülkenin kalbinde, merhametin yeniden inşa edildiği bir haritadır.
Her merkez bir dua, her gönüllü bir umut,
her kurtarılan can bir şükrandır.
Ve biz inanıyoruz ki —
bir canın gözünde parlayan o küçük ışıltı,
bir medeniyetin kurtuluşudur.
Artık biliyoruz:
Kurtardığımız her hayvan,
aslında kendimizi kurtarmaktır.
Bir cana dokunmak, toprağa, gökyüzüne, hayata dokunmaktır.
Ve eğer bir gün bu topraklarda
bir köpek korkmadan yürüyebiliyorsa,
bir kedi aç kalmadan uyuyabiliyorsa,
işte o gün biz nihayet insan olmuşuzdur.