Önceki gün bir kıymetli arkadaşımla tarih, felsefe ve “ideal olandan uzaklaşmak ” meselesi üzerine konuşuyorduk. Tam o anda aklıma bu isim geldi, çoğunun hiç duymadığı ama duysa da adını bir dipnot gibi geçen bir adam: Tunuslu Hayreddin Paşa. Dedim ki, “Bak, bu konunun en uygun örneği o adamdır. İdeal bir profil ”
Ben de itiraf edeyim, Hayreddin Paşa’yı ilk kez Cemil Meriç’in bir cümlesinde duymuştum. Meriç’in o kendine has üslubuyla, “İslam dünyasının yetiştirdiği en müstesna devlet adamlarından biridir” deyişi, zihnime kazınmıştı. Sonra araştırdım, okudukça hayranlığım arttı. Her satırında zekâ, sağduyu, idealizm ama aynı zamanda bir hüzün vardı.
Kölelikten Zirveye
1819’da Kafkasya’da doğmuştu. Küçük yaşta esir düşüp İstanbul’a getirilmiş, oradan Tunus Beyliği’nin hizmetine girmişti. Yani kader, onu bir Osmanlı toprağında büyütmüş, bir Arap vilayetinde yoğurmuş, bir Akdeniz insanı yapmıştı. Müthiş bir dil hâkimiyeti, Fransızca bilgisi, Batı düşüncesine aşinalığı vardı. Fakat o Batı’ya körü körüne hayran olmadı; tam tersine, “medeniyet”i kendi değerleriyle bağdaştırmanın yollarını aradı.
Bir yandan Batı’nın aklını tanıdı, diğer yandan Doğu’nun vicdanını kaybetmemeye direndi.
“Batı’yı anlamak, Batılı olmak değildir,” der gibiydi.
Bu tavır, onu hem Avrupalıların hem de bazı Osmanlı bürokratlarının gözünde tehlikeli kıldı.
Tunus’ta Bir Reformcu
Tunus’ta Midhat Paşa benzeri bir reform hareketi başlattı. Adaletli bir vergi sistemi, modern eğitim, hukukun üstünlüğü gibi konularda dönemin ötesinde adımlar attı. Tunus Anayasası’nı (1861) hazırlayanların başındaydı; bu, İslam dünyasında ilk yazılı anayasadır.
Bugün bile, Kuzey Afrika tarihinde “anayasal yönetimin öncüsü” denildiğinde akla ilk onun adı gelir.
Ama ne yazık ki, Hayreddin Paşa’nın başarısı, iktidar sahiplerinin korkularını da beraberinde getirdi.
Bey’in çevresindeki çıkar grupları, onun reformlarını kendi varlıklarına tehdit saydılar.
Sonunda Paşa istifa etmek zorunda kaldı.
Daha doğrusu, “azledildi” ,çünkü reform yapmak, her zaman tehilkeli bir iştir.
İstanbul’a Dönüş: Sadrazamlık ve Hayal Kırıklığı
Sonra yolu tekrar İstanbul’a düştü. II. Abdülhamid, onu sadrazam yaptı. Devletin mali çöküşü, dış borç batağı, siyasi sıkışmışlığı içinde bir umut ışığıydı Hayreddin Paşa.
Paşa’nın ilk şartı şuydu: “Yalnızca reform için, dürüstçe çalışmak isterim.”Avrupa’dan alınan borçları yeniden yapılandırmak, rüşveti önlemek, liyakatli kadrolar kurmak istedi. Fakat zihnine vurulan zincir galip geldi.
Sonunda, 1878’de görevinden alındı.Tıpkı Tunus’ta olduğu gibi, İstanbul’da da aklının bedelini ödedi.
Zekânın Bedeli: Yalnızlık
Hayreddin Paşa, zekâsının bedelini yalnızlıkla ödedi.
Ne Batı tam olarak anlayabildi onu, ne Doğu bağrına bastı.
Çünkü o iki dünyayı birbirine tercüme etmeye çalışan bir köprüydü.
Oysa köprüler, hem doğudan hem batıdan çiğnenir.
Ve sonunda kırılırlar.
Emekli olduktan sonra inzivaya çekildi, kitaplarını yazdı. En önemlisi “Aqwam al-Masalik fi Ma‘rifat Ahwal al-Mamalik” (Memleketlerin Hâlini Bilmek İçin En Doğru Yol) adlı eseridir.
Bu kitap, Batı’nın yönetim anlayışını İslamî değerlerle sentezlemeye çalışan nadir metinlerden biridir.
Avrupa’daki anayasal sistemleri inceler, halkın refahını esas alır, yöneticinin sorumluluğunu vurgular.
Bir anlamda, “adalet ile modernliği nasıl birleştirebiliriz?” sorusuna verilmiş erken bir cevaptır.
Cemil Meriç’in Gözüyle Bir Deha
Cemil Meriç, Hayreddin Paşa’dan bahsederken onun “asrının çok ötesinde bir akıl” olduğunu söyler. Bu cümle, Hayreddin Paşa’nın hayatının özetidir aslında.
Ne Tunus’ta ne İstanbul’da yer bulabildi; çünkü iki yerde de aynı illeti gördü:
İşini bilenler değil, işine gelenler ödüllendiriliyordu.
Bir Hatırlayış Gibi
Söz konusu diyalogta adını anmak, aslında bir vicdan borcuydu. Zira biz, Batı’ya yetişmeye çalışan ama kendi köklerini unutan bir toplum olmamalıyız. Hayreddin Paşa, “modernleşmek kimliğini kaybetmek değildir” diyenlerin en erkencisiydi.
Eğer onun düşünceleri sürseydi, belki tarihimizdeki birçok kırılma daha az sancılı olurdu.
Onu hatırlamak, sadece bir tarihi kişiliği yâd etmek değil; aynı zamanda kaybettiğimiz bir zihin terbiyesini hatırlamaktır. Bir aklın, bir vicdanın, bir istikametin…
Hayreddin Paşa’nın hikayesi bana hep şunu düşündürür: Bir toplumun hassas ölçüleri, kahramanlarına nasıl davrandığıyla oluşur. Biz ise çoğu kez, en büyüklerimizi en sessiz şekilde kaybettik.
Cemil Meriç haklıydı.
Ama biz yine de hatırlayalım. Çünkü unutmamak, bazen en büyük adalettir.