Bu neon çağda herkes bir şeylerin sancısını çektiğini söylüyor ama az kişi gerçekten neyin acısını yaşadığını biliyor. Şikâyet gürültüsü yüksek; düşüncenin ise sesi neredeyse işitilmiyor. İnsanlar bağırıyor: Eğitim sisteminden, toplumsal adaletsizlikten, gelecek kaygısından… Fakat o kadar çok gürültü var ki, kelimeler bile yorgun.
Eğitim üzerine konuşulduğunda, konuşulan artık eğitimin kendisi değil. Atanamayanlar, kadrosuz kalanlar, ek ders ücretleri, sınav sistemleri, önemli bir öğretimi kurumunu kazanmak ve de parlak (!) bir gelecek… Bunlar elbette önemli, fakat esas mesele gözden kaçıyor: Eğitim, neden var? Bilgiye ulaşmak, düşünmeyi öğrenmek, anlamaya cesaret etmek… Bunlar unutulmuş sorular artık. Yerine şu sorular konulmuş: “Bu bana ne kazandırır? Hangi puanla atanırım?” İnsanın zihni sorgulama yetisini kaybettiğinde, bilgi sadece ezbere dönüşür.
Öğrenme ise sistemin dişlisinde bir tür görevdir artık, bir özgürlük değil. “İnsan ya kendi acısına uyanır ya da başkalarının gürültüsünde uyumaya devam eder. Modern takvimde , uyanmak neredeyse imkânsız bir lüks. Toplumsal hayata dönüldüğünde de benzer bir yanılsama çıkıyor karşımıza. Herkes bir şey olmak istiyor ama neredeyse kimse bir insan olmanın ne anlama geldiğini düşünmüyor. “Görünmek”, artık var olmaktan daha değerli. İnsanlar, başkalarının gözlerinde bir yansıma bulmaya çalışıyor. İç dünyalarına değil, dış dünyanın dikkatine yatırım yapıyorlar.
Anlam, takipçi sayısıyla ölçülüyor. Nietzsche’nin “sürü morali” dediği şey, dijital çağda algoritmaya dönüşmüş durumda. Bütün bu hengâmenin içinde en trajik olanıysa şu: Dert ettiklerimiz bile yanlış. Bir çocuk, okula neden gittiğini bilmiyor ama sınav sistemini ezbere anlatabiliyor. Bir genç, neden yaşadığını sormaktan korkuyor ama hangi alanda daha “başarılı” olabileceğini hesaplıyor. Bir yetişkin, adaleti aramıyor; yalnızca kendi mağduriyetinin karşılık bulmasını bekliyor. Gerçek acılar, sessizdir. Ve bu çağın en sessiz acısı: Hiç kimsenin gerçekten kendi derdini bilmemesi. Kanıyor bu yara, hayır, “Yanıyor bu kara”. Alevleri gözükmeyen bir yangın bu; dumanı içe çekilen, suskun bir çürüme. Çünkü düşünmeden yaşamak, ateşin içinde oturmak gibidir; ilk başta sıcaktır, ama zamanla insanı yavaşça kül eder.