Çocukken babamla en çok güldüğüm anları düşündüğümde, aklıma hep aynı şey gelir: Fenerbahçe, Alex ve derbi günleri.
Babam koyu bir Fenerbahçelidir. Maçları sakin izleyenlerden değil, içindeki tüm duyguları sahaya yansıtanlardandır. Ama onunla gerçekten bağ kurabildiğimi fark ettiğim anlar, işte o maç günleriydi. Babamla aynı heyecanı paylaşmak, aynı tarafta olmak, belki de başka zamanlar pek söyleyemediğimiz şeyleri bir bakışla anlayabilmek…
O zamanlar Fenerbahçe’de Alex vardı. O, sol ayağıyla sahada büyülerken, ben de evde Alex formamı giyer, babamın maç ritüellerine dahil olurdum. Uğurlarımız vardı; maç günleri hep aynı şeyleri yapardık. Ben hep aynı koltuğa oturur, aynı cümleleri kurardım. Çocuk aklımla sanıyordum ki biz böyle yaparsak takım kazanır. Hele bir de galip geldiysek… İşte o zaman babamla geçirdiğimiz en özel an başlardı: Arabayla tura çıkmak.
Babam kornaya basmalara doyamazdı, ben de kahkahalarla ona eşlik ederdim. O gece Fenerbahçe kazanmış olurdu ama asıl kazanan bendim sanki. Çünkü babamla birlikte gülüyorduk, doya doya, içten ve gerçekten.
Şimdi yine bir derbi öncesindeyiz. Şehir yine nefesini tutmuş bekliyor. Belki de bir yerlerde bir çocuk, babasıyla aynı ritüelleri yapıyor. Alex’in yerini başka bir kahraman almış olabilir ama o bağ, o heyecan, o sessizlikten taşan coşku hâlâ aynı. Ve babam yanımda olmasa da, içimde o çocuk neşesiyle, yine kazanan ben olmak istiyorum.