Sabah uyandığımda, içinde saklı olan yaklaşık iki metrelik DNA ipliğinin sadece yaşamın temel kodlarını taşımadığını fark etmek zor olabilir. Bu molekül, evrenin en büyük yapılarıyla şaşırtıcı ve düşündürücü paralellikler taşıyor.
Bilim, DNA’nın hücre çekirdeğinde fraktal bir biçimde katlandığını keşfetti; yani karmaşık yapılar içinde kendini tekrar eden, sonsuzluğa uzanan örüntülerle dolu. Bu yapı, evrendeki galaksilerin ve karanlık madde ağlarının oluşturduğu büyük ölçekli yapıyla çarpıcı şekilde örtüşüyor. Ünlü matematikçi Benoît Mandelbrot’un dediği gibi, “Doğa fraktal bir kitap gibidir, onu okumayı öğrenmeliyiz.” Fraktallar, karmaşık bir ormanın içindeki ağaçların dalları gibi; her parça, bütünü yansıtan sonsuz küçük bir evren.
Ama bu benzerlik sadece şekillerde değil. DNA, yaşamın karmaşık bilgisini kodlayan bir bilgi sistemi; evrenin temel parçacıkları ise kuantum bilgi ağları olarak örülmüş. Kuantum fizikçisi John Archibald Wheeler’in “It from Bit” (Varoluş, bilgiden doğar) ifadesi, evrenin ve hayatın aynı temel dilde yazıldığını anlatır: Bilgi. Düşünsenize, atomların davranışları, genetik kodlarımız kadar organize; adeta evrenin kalbinde atılan bir ritim gibi. Bu, evrenin yalnızca madde değil, aynı zamanda devasa bir bilgi işleme sistemi olduğu fikrini güçlendiriyor.
Bu farkındalıkla yüzleştiğim anlar oldu; kimi gece gökyüzüne baktığımda, kimi içimde derin bir sessizlik anında. Kendimi, atomlardan galaksilere uzanan görünmez bir ağın içinde, zarifçe dans eden bir parça gibi hissediyorum. Alan Watts’ın dediği gibi, “Mikrokozmos ve makrokozmos birbirinin yansımalarıdır.” Bu anlayış, sadece bireyselliğimi aşmama değil, aynı zamanda evrenle kesintisiz bir bütünleşmeye kapı aralıyor.
Son yıllarda, biyoloji ve kozmoloji alanlarında yapılan disiplinlerarası çalışmalar bu bağlantıyı daha da somutlaştırdı. Örneğin, bazı araştırmalar DNA’nın bilgi işleme biçimlerinin, evrendeki enerji ve madde düzenleriyle benzer matematiksel modellere sahip olduğunu gösteriyor. Bu bulgular, evreni anlamamızda yeni kapılar aralarken, insanın varoluşunu sorgulamasına da ilham veriyor.
David Bohm’un dediği gibi, “Evren, parçaların toplamından daha fazlasıdır; organik bir bütündür.” Ve ben, bu bütünün içinde yumuşak bir rüzgar gibi akarken, hem sonsuzun içinde küçük bir damla, hem de damlanın içinde evrenin ta kendisi olduğumu hissediyorum.
Sonuç olarak, DNA’mızdaki minik ipliklerden evrenin uçsuz bucaksız ağlarına kadar uzanan bu dans, yalnızca bilimsel bir gerçeklik değil; aynı zamanda her birimizin evrenin içinde parıldayan benzersiz bir varlık olduğunu hatırlatan yaşamın şiirsel bir yankısıdır.