Bir sabah kahveni alıp pencerenin kenarına geçtiğinde, aklında yepyeni bir fikir belirir. İçini kıpır kıpır eden bir hedef… Belki bir kitap yazmak, belki kendi işini kurmak, belki sadece daha iyi bir hayat kurmak içindir bu fikir. Heyecanla anlatırsın en yakın arkadaşına, ailenle paylaşırsın, belki bir sosyal medya postu bile patlatırsın: “Yeni bir yola çıktım!”
Sonra günler geçer… Yavaşlar ayakların. Heyecan düşer. Hedef bir hayale dönüşür, hayal bir anıya. Ve sen o hedefe hiç ulaşamazsın. Neden mi?
Çünkü bazı şeyler söylenince büyümez.
2009’da New York Üniversitesi’nden Prof. Peter Gollwitzer bu konuda çarpıcı bir araştırma yaptı. Katılımcılara hedeflerini belirlemelerini söyledi ve onları ikiye ayırdı: Bir grup hedefini yüksek sesle söyledi, diğeri içinden tuttu. Sonra hepsine hedeflerine ulaşmak için çalışabilecekleri bir görev verildi. Sonuçlar şaşırtıcıydı: Hedeflerini söyleyenler, diğerlerinden çok daha çabuk vazgeçti. Çünkü beyin, hedefin söylendiği an “başarı hissi” salgılıyordu. Sanki zaten başarmışız gibi.
Yani niyetin dile dökülmesi, bazen eylemin önüne geçiyor.
Toprak gibi düşün. Yeni diktiğin bir tohum, ilk zamanlarında sessizliği ve karanlığı sever. Gün ışığına ulaşması için önce içeride kök salması gerekir. Eğer erken açığa çıkarırsan, rüzgarla savrulur, güneşte kurur.
Bu yüzden büyük fikirlerini hemen anlatma. Onları önce iç dünyanda büyüt. Kendi zihninde test et, kendi sessizliğinde yoğur. Gerekirse başar, sonra anlat.
Çünkü bazı şeyler, yalnızca sessizlikte filizlenir.