Her şey aslında çok basit: İnsanlar ait olmak ister. Bir gruba, bir statüye, bir kimliğe… İşte markalar da tam burada devreye giriyor ve sana şunu fısıldıyor: “Eğer beni giyersen, o gruba dahil olacaksın.”
Bu yüzden bazı markalar sadece bir ürün değil, bir “yaşam tarzı” sattıklarını iddia eder. Oysa gerçek şu ki, bir tişörtün üzerine küçük bir logo eklenmesi onun kumaşını değiştirmez. Bir çanta, üzerine prestijli bir marka adı yazıldığında bir anda daha işlevsel hale gelmez. Ama biz öyle hissederiz. Çünkü markalar, yıllardır süregelen reklamlarda bize tek bir şey anlatıyor: Kim olduğun değil, ne giydiğin önemli.
Örneğin, büyük moda markaları neden her sezon “sınırlı üretim” koleksiyonlar çıkarır? Çünkü nadir bulunan şey değerlidir. Markalar, az bulunurluğu bir statü göstergesi haline getirerek, insanları o ürünü almak için sıraya girmeye ikna eder. Yani, aslında sen bir tişört almak için değil, o tişörtü bulabilmiş olmanın gururunu yaşamak için para ödüyorsun.
Pahalı Marka = Mutluluk?
Lüks bir marka çanta aldığında ne oluyor? Önce büyük bir heyecan… İnsanlar fark edecek mi? Beğenecekler mi? Ama bir süre sonra o çanta da sıradanlaşıyor. Ve hemen yeni bir hedef belirleniyor: “Şimdi de şu ayakkabıyı almalıyım.” Çünkü kapitalizmin temel kuralı şu: Seni hiçbir zaman tam anlamıyla tatmin etmemek. Hep biraz daha fazlasına, biraz daha yenisine ihtiyacın varmış gibi hissettirmek.
Bunu en iyi telefon sektörü yapıyor. Telefonun geçen yılın en iyi modeli mi? Artık önemli değil, çünkü yenisi çıktı! Peki, eski telefonun hâlâ çalışıyor mu? Evet. Tüm ihtiyacını karşılıyor mu? Evet. O zaman neden yenisini alıyorsun? Çünkü eskisi, statü açısından eskimiş durumda. İşte, markaların en büyük zaferi burada yatıyor: Seni bir ürün değil, bir imaj satın almaya ikna ediyorlar.
Ne Yapmalı?
Öncelikle şu soruyu sormak lazım: Gerçekten ihtiyacım olduğu için mi, yoksa sadece üzerindeki logo için mi alıyorum? Eğer bir ürünü alırken, logoyu kapatsanız ve yine de aynı heyecanı duyuyorsanız, işte o zaman doğru bir alışveriş yapıyorsunuz demektir.
Ve en önemlisi: Kendimizi sahip olduklarımızla değil, kim olduğumuzla tanımlamayı öğrenmeliyiz. Çünkü markalar gelip geçer, ama senin kişiliğin, zekân ve ürettiklerin kalıcıdır. Unutma, tarihte kimse “En pahalı çantayı aldı ve sonsuza kadar mutlu oldu” diye anılmadı. Ama gerçekten kim olduğunu bulan ve buna göre yaşayan insanlar, işte onlar hatırlanmaya değer.