İnsanlık tarihi boyunca güç faktörünün temelini çoğunlukla insan emeği oluşturmuştur. Özellikle Eskiçağ’da yapı işleri, günümüz standartlarına göre oldukça ilkel aletlerle gerçekleştirilmiş olmasına rağmen, ortaya konan mimari eserler hem görkemli hem de mühendislik açısından dikkat çekicidir. O dönemin araç gereçleri bizler için ilkel sayılsa da, kendi çağlarının en ileri teknolojilerini yansıttıkları unutulmamalıdır. Homo Erectus’un ateşi kontrol altına alması, insanlık tarihinde bilimsel ve teknolojik ilerlemenin ilk adımı olarak kabul edilebilir. Bu gelişmeler, zamanla metal işçiliğine, şehirleşmeye, matematiğin uygulanmasına ve sistemli yapı inşasına zemin hazırlamıştır.
İlk yerleşik yaşam ve yapılaşma örnekleri Mezopotamya’da başlamıştır. Burada tuğla yapımı, kent planlaması ve ölçüm teknikleri gelişmiş, yapı inşa süreçleri sistematik bir hâl almıştır. Mezopotamya uygarlıkları, özellikle Sümerler, bu bağlamda birçok ilke imza atmıştır. Çivi yazısını geliştiren Sümerler; çömlek çarkı, tekerlekli araçlar, yelkenli tekneler, hukuk kuralları, vergi sistemi, eğitim kurumları ve bilimsel hesaplamalarla adeta tarihin teknolojik öncüsü olmuştur. Matematik, özellikle yapı alanında kullanılarak ölçü ve simetri açısından dönemin yapılarında büyük ilerleme kaydedilmiştir. Sümerlerden sonra Akadlar, Babiller ve Asurlar bu bilgi birikimini devralarak ilerletmiş ve tarihsel birikimin güzel örneklerini oluşturmuşlardır.
Mısır uygarlığı ise inşaat teknolojilerinde ulaştığı seviye ile öne çıkmıştır. Piramitlerin yapımında kullanılan teknikler günümüzde hâlâ tartışma konusudur. Keops Piramidi’nde kullanılan yaklaşık 2.5 milyon kireçtaşı bloğunun her biri ortalama 2.5 ton ağırlığındadır. Bu devasa yapıların inşasında rampalar, halatlı vinç sistemleri, silindir şeklindeki ağaçlar ve insan gücü organize şekilde kullanılmıştır. Piramit yapımında kölelerin yanı sıra bazı köylülerin gönüllü olarak çalıştığına dair bilgiler papirüs belgelerinde yer almaktadır. Bu belgelerde inşaatın hastalık ya da kazasız tamamlandığına dair kayıtlar da bulunmaktadır.
Benzer şekilde Romalılar da makara ve çark sistemlerini geliştirerek taş blokların kaldırılmasını kolaylaştırmıştır. Antik dönemde taşların taşınması için çeşitli yöntemler kullanılmıştır: kütük-silindir sistemiyle yuvarlama, hayvan gücüyle çekme, kızak sistemleri, kaldıraçlar, makara düzenekleri, rampalar, insan gücü organizasyonu ve su taşımacılığı bunlardan bazılarıdır. Örneğin Nil Nehri, taşların piramitlere ulaştırılmasında önemli bir taşıma hattı olmuştur.
Maden çıkarma teknikleri de bu dönemde ilkel ancak etkili yöntemlerle gerçekleştirilmiştir. Yüzeye yakın damarlar taş ve kemik aletlerle kazılır, özellikle obsidyen ve çakmaktaşı gibi değerli taşlar toplanarak işlenirdi. Geyik kürek kemiğinden yapılan kazı aletleri, günümüzdeki arkeolojik kazı araçlarının ilk örneklerini oluşturur. Madenlerin taşınması ise su yolları varsa kanallar aracılığıyla, yoksa hayvan gücüyle sağlanırdı. Çatalhöyük ve Hattuşa gibi merkezlerde obsidyen ve bakır işçiliğine dair arkeolojik buluntular ortaya çıkarılmıştır. Ayrıca Mısır’daki Sina Yarımadası ve İsrail’in Timna Vadisi gibi alanlar da eski maden çıkarım noktalarıdır.
Büyük taşları parçalamak için taş ısıtılarak üzerine soğuk su dökülmesi gibi basit fiziksel yöntemler kullanılırdı. Böylelikle çatlaması sağlanan taşlar daha kolay işlenirdi. Mısırlılar, özellikle marangozluk ve tarımda kullanılan bronz aletleri işleyerek mimari faaliyetlerini sürdürülebilir hale getirmişlerdir. Taş işçiliği alanında Hititler de önemli gelişmeler göstermiştir. Alacahöyük’te bronz çiviler ve taş testereler kullanıldığı bilinmektedir. Hititlerin demiri işlemeye başlaması ise M.Ö. 1200’lü yıllara denk gelir.
Modern makinelerin bulunmadığı Eskiçağ’da insanlar, doğa gözlemi, deneyim, iş bölümü ve kolektif çalışma sayesinde olağanüstü mimari yapılar inşa edebilmişlerdir. Gerek Sümerlerin bilimsel katkıları gerek Mısırlıların inşaat teknikleri, Antik dünyanın mühendislik zekâsının bir yansımasıdır. Silindirle yuvarlama, rampalar, kaldıraç sistemleri, maden işçiliği, eğitim kurumları gibi birçok gelişme, yalnızca dönemin ihtiyaçlarına değil, insan aklının sınır tanımaz yaratıcılığına da işaret etmektedir. Tüm bu bulgular, Eskiçağ insanının yalnızca fiziksel değil, zihinsel gücüyle de medeniyetin temellerini nasıl attığını açıkça ortaya koymaktadır.