Devlet yönetimi, siyaset ve bürokrasi kurumlarının ortak idaresiyle yönetilen bir yapıya sahiptir. Ancak bu çift yönlü irade, yönetimde birtakım kronik sorunların ortaya çıkmasına zemin hazırlamaktadır. Yönetim ilkelerinden biri, bütün kararların tek bir irade tarafından alınmasıdır; zira iki başlılığa dayanan bir yönetim modeli başarı şansını minimize eder.
Devlet yönetimleri, diğer türdeki organizasyon yapılarına kıyasla belirgin farklılıklar taşır. Bu farklılıklardan biri de, siyaset ve bürokrasinin ortak bir yönetim unsuru olarak işlev görmesidir. Bu durum, sıradan organizasyonların işleyişine göre oldukça majör bir ayrışma olarak değerlendirilebilir. Gerçek başarı, bu iki ayrı grubu sentezleyerek tek bir irade ile yönetim kararlarının alınmasını sağlamaktır. Ancak pratikte bu durum genelde gerçekleşmez. Bunun temel nedeni, gerek siyaset gerekse bürokrasinin kendi gücünü tekelinde toplama arzusu içinde olmasıdır. Böyle bir eğilim, ortak bir irade oluşturma idealine tamamen aykırıdır.
Çifte iradeye dayalı devlet yönetiminin oluşturabileceği olası sorunlar için önceden tedbir alınması veya bu durumu engelleyebilecek mekanizmaların geliştirilmesi şarttır. Aksi takdirde, yönetim içinde örtülü çatışmaların yaşanması kaçınılmaz hale gelir. Bu “sessiz savaşlar”, genellikle toplum tarafından fark edilmeden gelişir ve devletin yönetimini sekteye uğratarak ekonomik kalkınmayı, sosyal refahı yavaşlatır ya da tamamen durdurur.
Sessiz savaşlar kontrol altına alınamazsa, zamanla devlet içindeki diğer güç unsurları da bu çatışmalara dâhil olabilir ve sonuçta büyük bir krize yol açar. Bu tür krizler, başta ekonomi olmak üzere adalet ve toplumsal düzen gibi alanları art arda sarsabilir. Özellikle adalet mekanizması, bu örtülü mücadelede kritik bir rol üstlenebilir. Yargı, diğer güç unsurlarını cezalandırma aracı haline gelebilir. Bu durum, yargının asli görevinden sapmasına ve yönetim içindeki çatışmalarda bir silah gibi kullanılmasına neden olur.
Adalet mekanizmasının araçsallaşması, toplumun kendi adaletini sağlama fikrini tetikleyebilir ki bu, oldukça tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Adaletin bağımsızlığını kaybettiğini gören toplum, devlet içindeki çatışmalar nedeniyle kendi hukuksal düzenini oluşturmaya çalışabilir. Böyle bir süreç kuvvetler ayrılığı ilkesinin çökmesine, nihayetinde otokratik rejimlerin belirmesine olanak tanır. Ancak bu durumda bile devlet yönetimini tamamen ele geçirecek bir grup bulunmayabilir; çünkü gruplaşmalar arasında süregiden mücadele devleti yönetimsiz bırakabilir. Bu döneme “boş sandalye dönemi” adı verilir; devletin yönetimini sürdürecek irade olmamasını tanımlamaktadır.
Devletin böyle bir kriz dönemine girmemesi için önleyici mekanizmaların oluşturulması zorunludur. Yönetimdeki sessiz savaşları bertaraf etmenin en etkili yolu, denetim mekanizmalarını daha etkin hale getirmek ve kuvvetler ayrılığı ilkesini “Denetimli Kuvvetler Ayrılığı” şeklinde anayasal güvence altına almaktır. Bu sistem sayesinde erkler, kurumlar ve gruplar arasındaki çatışmalar asgari düzeye indirgenir ya da tamamen engellenir.
Boş sandalye dönemi riskine karşı alınabilecek bir başka tedbir ise devlet aklı ve teknokrasi gruplarını devlet yönetimi yapısına entegre etmektir. Bu iki yeni unsur eklenerek mevcut siyaset-bürokrasi ikilisiyle dengeli bir güç paylaşımı sağlanabilir. Güç oranlarındaki yüzde düşüşü ile her grup için rekabete girmek daha zor hale gelir. Eskiden bir rakibi devirmek yeterliyken yeni sistemde üç rakiple mücadele gerekecektir; bu da çatışma riskini büyük ölçüde azaltır. İşbirliği ortamı teşvik edilerek her grup kendi rolüne odaklanır ve sınırlarını kabullenir. Olası bir çatışma durumunda ise denetim mekanizması devreye girerek sorunu hızla çözüme kavuşturabilir.
Yönetimsel denetim mekanizmasının varlığı ve devlet aklının teknokrasi gruplarıyla güçlendirilmesi, devlet yönetiminde gücü ele geçirmek için ortaya çıkabilecek tüm sessiz çatışma olasılıklarını ortadan kaldıracaktır. Bu iki temel yapı taşı, yeni çağın devlet yönetimi modeli olan “Merkez Anadolu Devlet Yönetimi Sistemi”nin ana unsurlarını oluşturmaktadır. Buradan çıkarılması gereken önemli sonuç, yeni çağın ihtiyaçlarına uygun, tamamen yenilenmiş bir devlet yönetimi sisteminin inşa edilmesinin zorunluluğudur. Çünkü yeni çağda değişen yalnızca eski oyunun kuralları değil, tamamen farklı bir oyun oynanacaktır. Bu nedenle, geçmişe ait sistem üzerinde reformlar yapmaya çalışmak yerine, kökten yeni bir sistemin tasarlanması kaçınılmaz bir gereklilik olarak öne çıkmaktadır.