Sanayi Devrimiyle başlayan teknolojik ilerleme, hız kesmeden ve büyüyerek devam etmiş, insan hayal gücünün ötesinde fırsatlar sunan bir evreye ulaşmıştır. Bu süreç, toplumların ve devletlerin birçok alanında köklü değişimlere yol açmış, özellikle devlet yönetiminde teknolojinin entegrasyonu kaçınılmaz hale gelmiştir. Zamanla bu teknolojik entegrasyon sayesinde pek çok devlet hizmeti evden çıkmadan gerçekleştirilebilir duruma gelmiştir.
Geleceğe dair yapılan tahminler, teknolojinin her alanda öncü rol üstleneceği bir dünya düzenini işaret etmektedir. Bu doğrultuda, hem toplum hem de devlet yönetimleri teknolojiye büyük yatırımlar yapma eğilimindedir. Özellikle yapay zekâ, devlet yönetiminde önemli bir yer edinmiş, sistemlerin işleyişini ve verimliliğini artıracağı yönünde genel bir beklenti oluşmuştur. Ancak bu beklenti, teknolojiyi yönetimde ana aktör olarak kabul etme konusunda yanıltıcı bir algı yaratmaktadır.
Devlet yönetiminin özü insana dayalı bir sistemdir; insan faktörü olmaksızın gerçek anlamda bir yönetimden bahsetmek mümkün değildir. Bugüne dek hiçbir teknolojik altyapı, insana özgü yönetme yetisini tam anlamıyla ikame edememiştir ve gelecekte de edemeyecektir. Yönetmek, insanın doğasından gelen bir yetkinliktir ve teknoloji bu süreçte yalnızca destekleyici bir araç olarak kullanılmalıdır. Örneğin hesaplama, analiz gibi görevlerdeki yardımı yönetimin işleyişine katkı sağlayabilir, ancak yönetimin temelini oluşturamaz.
Özellikle 1990’lı yıllardan sonra bazı devlet hizmetlerinin teknolojiye devredildiği bir vizyon ortaya çıktı. Ancak bu yaklaşım, hizmetlerin tamamen teknolojik altyapı ile yürütülebileceği gibi yanlış bir kanıya yol açtı. Bu süreçte, toplumlar acı deneyimlerle fark etti ki teknolojiye dayalı sistemler de suistimal ve denetim eksikliklerinden kaynaklanan sorunlara açık olabilir. İnsanın olduğu her aşamada denetim şarttır ve bu gereklilik teknolojiyi de içine alır; çünkü bireylerin teknolojiyi kendi çıkarları doğrultusunda kullanabilme potansiyeli insan doğasının bir unsurudur.
Devlet yönetimlerinde hiçbir hizmet bütünüyle teknolojiye emanet edilmemelidir. Teknolojiye devredilen işler yönetimsel denetime tabi tutulmalı, bu denetim sayesinde devlet yönetiminde olası açıklar ve suistimaller engellenmelidir. Merkez Anadolu Devlet Yönetimi yaklaşımı, pandemi sonrası başlayacak yeni çağın zamanı olarak gördüğü 2025 yılında dijitalleşme sürecinin yeniden ele alınması gerektiğini savunmaktadır. Bu yaklaşım, eski vizyonlarla geliştirilen ve iflas eden Kıt’a Avrupası ile Anglo-Amerikan devlet sistemlerine dayalı dijital platformların kullanımına ivedilikle son verilmesini ve yeni bir dijital devlet kanalı oluşturulmasını öne çıkarır.
Merkez Anadolu Devlet Yönetimi modeli, teknolojinin yalnızca kolaylaştırıcı bir araç olarak konumlanması gerektiğini ifade eder. Teknolojiye gereğinden fazla işlev yüklenmesinin orta vadede devlet yönetimine zarar vereceği öngörüsünde bulunur. Dijitalleşen devlet yapıları, gizli kalması gereken bilgilerin sızma riskini beraberinde getirebilir. Ne kadar güvenlik önlemi alınırsa alınsın, teknolojinin sınırsız doğası nedeniyle bu risk hiçbir zaman tamamen ortadan kaldırılamaz. Dolayısıyla dijitalleşmiş yönetim süreçleri bu perspektifle tasarlanmalıdır.
Sonuç olarak, teknolojinin ne kadar ileri seviyede gelişmiş olursa olsun, temeli sağlam olmayan bir devlet yönetimi için dijitalleşmenin tek başına bir anlam ifade etmediği açıktır. Dijitalleşme yalnızca mevcut devlet yapılarının işleyişini dijital platformlara taşıyabilir; ancak esas olan sağlam temeller üzerine inşa edilmiş etkili bir yönetimdir. Bu perspektifte teknoloji, devlete sadece destekleyici fonksiyonlar sunan bir araç rolü üstlenmelidir.