Duyduğumuz her cinayet haberi, kalbimize saplanan bir bıçak gibi. Artık “yine mi?” diye sormaktan yorulduk, çünkü bu soruların ardında, toplum olarak kabullendiğimiz tehlikeli bir sıradanlaşma yatıyor. Cinayet, artık istisnai bir durum olmaktan çıkıp her an karşımıza çıkabilecek, kanıksanmış bir olguya dönüştü. Bu tehlikeli sıradanlaşma, vicdanımızın kurumasının ve insan hayatına verilen değerin nasıl aşındığının en acı göstergesi. Bir zamanlar “komşunun çocuğu” denilerek sahip çıkılan, en ufak bir sorunda bile ailelerin araya girerek çözüm aradığı o sıcak toplumdan, herkesin kendi yalnızlığına çekildiği, öfkesini sessizce biriktirdiği bir topluma evrildik. Bu sessizliğin ardında, büyük bir fırtınanın çığlıkları gizli.
Cinayete Giden Yol: Öfke ve Değer Kaybı
Cinayete iten sebepler karmaşık ve çok katmanlı. Ekonomik zorluklar, adaletsizlik duygusu ve umutsuzluk, toplumda biriken öfkeyi tetikleyen temel dinamikler. Maddi sıkıntılar içinde boğulan, bir çıkış yolu bulamayan bireyler için en ufak bir kıvılcım bile büyük bir yangına dönüşebiliyor. Suçun kaynağı, sadece kişisel bir öfke patlaması değil, aynı zamanda toplumun derinlerindeki çatlaklar.
Ne yazık ki, bu kriz ortamında manevi değerlerimizin rehberliği de göz ardı ediliyor. Oysa dinimiz İslam, insan hayatına büyük bir değer atfeder. Kur’an-ı Kerim’de, insan hayatının kutsallığı ve cinayetin affı olmayan günahlardan olduğu net bir şekilde vurgulanır:
”Kim, bir cana kıymayan veya yeryüzünde bozgunculuk yapmayan bir kimseyi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu yaşatırsa, bütün insanları yaşatmış gibi olur.” (Maide Suresi, 5:32)
”Kim bir mümini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedî kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lânetlemiş ve büyük bir azap hazırlamıştır.” (Nisa Suresi, 4:93)
Ancak dinin sadece ibadet ve ahiret kaygısından ibaret sanıldığı, ahlaki ve vicdani sorumlulukların göz ardı edildiği bir toplumda bu tür olayların artması kaçınılmaz hale geliyor. Merhametin yerini kinin ve nefretin aldığı bu ortamda, manevi değerler de işlevini yitiriyor.
Açık Yara: Aile İçi ve Toplumsal Cinayetler
Cinayetlerin en acı verenleri, toplumun en temel yapı taşlarını sarsan aile içi cinayetler. Eşler, anne-babalar ve çocuklar arasında yaşanan bu trajediler, en güvenli limanımız olan evlerin nasıl birer cehenneme dönüştüğünü gösteriyor. Hızla değişen sosyal yapı, iletişimsizlik ve çatışma çözme beceriksizliği, en basit anlaşmazlıkları bile trajik sonuçlara taşıyabiliyor. Bu durum, toplumun manevi sigortaları olan komşuluk ilişkilerinin ve aile bağlarının zayıflamasıyla birleşince, her birey kendi yalnızlığının içine hapsoluyor.
Ancak cinnet hâli sadece aile içindeki duvarların arkasında kalmıyor. Sokakta, trafikte, en basit bir tartışmada bile yükselen tansiyonlar, anlık öfke patlamalarıyla masum canlara mal olabiliyor. Bu, toplumun vicdanı kanayan bir açık yarası ve cinayetin artık sadece “kişisel” bir mesele değil, topyekûn bir toplumsal çöküşün belirtisi olduğunu gösteriyor.
Çözüm İçin Harekete Geçme Zamanı
Bu cinnet hâlinden çıkışın tek yolu, bu acı gerçekle yüzleşmek ve harekete geçmektir. Suskunluk ve kayıtsızlık, bu karanlığı daha da derinleştirir.
Ekonomik ve Sosyal Güvenlik Ağı: Yoksullukla ve işsizlikle mücadele etmek için acil adımlar atılmalı. Toplumun en savunmasız kesimlerine psikolojik ve hukuki destekler erişilebilir ve etkili hâle getirilmeli.
Eğitimde Radikal Bir Dönüşüm: Empati, öfke yönetimi ve çatışma çözme dersleri, müfredata zorunlu olarak eklenmelidir. Şiddetin çözüm olmadığını, sorunların ancak diyalogla aşılabileceğini çocuklarımıza ve gençlerimize öğretmeliyiz.
Manevi Rehberlik: Dinî liderler, toplumu sadece ibadete değil, aynı zamanda ahlaka, vicdana ve merhamete çağırmalıdır. Dinin sevgi ve hoşgörü temelli yönleri de vurgulanmalıdır.
Unutmayalım ki, bir toplumun sağlığı, en zayıf halkasıyla ölçülür. Bugün cinayete kurban gidenler, yarın hepimizin kaderi olabilir. Bu gidişata dur demek için, her birimizin kendi vicdanına dönüp bakma, merhamet ve anlayış tohumları ekme zamanıdır. Aksi takdirde, bu sessiz çığlıklar, hepimizi yutacak bir gürültüye dönüşecektir. Bu karanlıktan çıkmak için daha neyi bekliyoruz?
FATMA YILDIZ