İstatistik tablolarına sıkışıp kalmış sıradan bir veri değil intihar oranlarındaki korkunç yükseliş; o, bu coğrafyada yaşayan milyonların ruhundan kopan, kulakları sağır eden bir çığlık. Bu trajik artış, modern zamanların iki yıkıcı ve birbirini besleyen gerçeğini yüzümüze tokat gibi çarpıyor: İnsanlığın manevi bir boşlukta savruluşu ve ekonomik uçurumların oluşturduğu boğucu, nefes kesen kıskacın acımasızlığı. Bu bir tesadüf değil, bir sistemin vehametinin somutlaşmış hali.
Ruhun Çölleşmesi: Manevi İnflak ve Yalnızlığın Pençesi
Modern yaşamın dayattığı o akıl almaz hız, insanı tüketen yüzeysellik ve sürekli pompalanan anlamsız dayatmalar, ruhlarımızı köklerinden, can damarlarından kopardı. Bir zamanlar toplumu ayakta tutan ahlaki değerler paramparça oldu, toplumsal bağlar lime lime çözüldü ve dijital dünyanın getirdiği o aldatıcı, izole edici etkileşimler, sayısız insanı dipsiz bir manevi boşluğa, adeta bir ruhsal cehenneme mahkûm etti. Bu boşluk, devasa bir girdap gibi, bireyleri yutuyor; onlardan aidiyet hissini, yaşamın en temel anlamını ve içsel huzurun son kırıntılarını dahi alıp götürüyor.
Yalnızlık, artık sadece basit bir duygu değil, ruhsal bir veba gibi yayılıyor, hücrelerimize işliyor. Telefon ekranlarına hapsolmuş hayatlar, sanal beğenilerin peşinde koşarken gerçek bağları unutan nesiller… Bu çarpık düzen, yalnızlığı bir hastalık gibi değil, bir salgın gibi yayıyor. Kendini dışlanmış, anlaşılmamış ve tamamen yalnız hisseden milyonlar, çaresizliği öyle büyütüyor ki, bazıları için tek çıkış yolu, hayata veda etmek gibi acımasız, korkunç bir yanılsamaya dönüşüyor. Bu, basit bir depresyon hali değil; bu, insan ruhunun umutsuzlukla verdiği, acımasız bir teslimiyet savaşıdır. İçimizdeki o ince, nazik bağlar koptukça, boşluk daha da derinleşiyor ve sonunda geri dönülemez bir karanlığa dönüşüyor.
Cebin Uçurumu: Maddi Çıkmazların ve Gelecek Kaygısının Öldürücü Sarmalı
Ancak ruhsal çöküntünün yanı sıra, bizi intihara sürükleyen somut, elle tutulur, acımasız bir düşman daha var: Maddi çıkmazların acımasız gerçekliği, yani ekonomik kıyım. İşsizlik pençesinde kıvranan gençlik, borç sarmalında boğulan aileler, geleceksizliğin getirdiği korkunç korku ve her geçen gün daha da derinleşen ekonomik adaletsizlikler… Bunlar, milyonlarca insanın omuzlarına dayanılmaz, ezici bir yük bindiriyor.
Günümüzün acımasız ve rekabetçi kapitalist dünyasında, varoluş mücadelesi öyle çetin ki, birçok kişi kendini değersiz, yetersiz, önemsiz ve tamamen çaresiz hissediyor. Bir lokma ekmek mücadelesi, bir fatura derdi, yarın ne olacağının bilinmezliği… Maddi zorluklar, sadece cüzdanları boşaltmakla kalmıyor, insan onurunu ayaklar altına alıyor ve yaşam arzusunun son kırıntılarını dahi tüketiyor.
Uykusuz geçen geceler, bitmek bilmeyen endişelerin kabusları ve ekonomik baskının oluşturduğu kronik, felç edici stres, zihni adeta bir hapishane gibi esir alıyor, tüm kapılarını kilitliyor ve intihar düşüncelerini kaçınılmaz, tek bir sondan ibaret gösteriyor. Bu, sadece bir yoksulluk hikayesi değil; bu, sistemin bizzat kendisinin, insanları adım adım uçuruma sürükleyen, göz göre göre işlenen bir cinayetidir! Kapitalist çarklar dönerken, ezilen, düşen, pes eden insanların sayısı her geçen gün artıyor. Bu durum, görmezden gelinemeyecek bir felakettir!
Çaresizliğe Karşı Bir Devrim Zamanı! Bir Ses Yükseltme Zamanı!
Bu iki yıkıcı faktörün – ruhsal boşluk ve ekonomik yıkım – korkunç kesişimi, maalesef intihar oranlarını tehlikeli, alarm verici ve kan dondurucu seviyelere taşıyor. Ancak bu tablo, kaderimiz değil! Bu, toplum olarak yüzleşmemiz, anlamamız ve acilen, tereddütsüz bir şekilde harekete geçmemiz gereken kızıl bir alarmdır!
Manevi boşluğu dolduracak gerçek anlam arayışlarını desteklemeliyiz; sadece sözde değil, fiiliyatta! İnsanları, sahte sanal ilişkilerden kurtarıp gerçek, sahici bağlar kurmaya teşvik etmeliyiz! İlimle, sanatla, edebiyatla, toplulukla, ortak değerlerle ruhları beslemeliyiz; onlara yeniden nefes aldıracak alanlar oluşturmalıyız!
Ekonomik adaleti ve refahı sağlamak için, istihdamı artıracak somut politikalarla sosyal güvenlik sistemleri güçlendirilmelidir. Hiçbir bireyin ekonomik zorluklarla baş başa kalmaması ve herkesin temel ihtiyaçlarının eksiksiz karşılanabilmesi, devletin öncelikli hedefi olmalıdır.
Hiçbir can, bu boşlukta ve bu çıkmazda, çaresizce kaybolmamalıdır! Her bir can değerlidir ve korunmaya değerdir!
Peki, bu çığlığı duymaya, bu korkunç yıkımı durdurmaya ve nihayet bu adaletsiz düzeni değiştirmeye ne kadar hazırız? Yoksa bu acı sessizliğe, bu kanlı tabloya daha ne kadar seyirci kalacağız? Bu soru, hepimizin vicdanına yönelmiş keskin bir bıçaktır!
FATMA YILDIZ