Her yaz, aynı manzara, aynı koku, aynı yutulan sözler… Kül rengi bir gökyüzü, kavrulmuş toprak ve sessizliğe bürünen ağaçlar. Bu artık sadece bir tabiat olayı değil; bu, yılların ihmali, vurdumduymazlığı ve plansızlığının birikmiş öfkesi! Yanan her ağaçla birlikte, sadece bir ekosistem değil, geleceğimiz, nefesimiz ve vicdanımız da yanıyor. Yanan her dal, bir canlının yaşamı, toprağın bereketi ve bir neslin umududur!
Yangınlar çıktığında, duyarız: “Geçmiş olsun,” “Devletimiz tüm imkânlarıyla müdahale ediyor.” Oysa bu sözler alevleri söndürmediği gibi, asıl yangını, yani sorumsuzluğu da örtemez. Teröristler, kundakçılar, sigara izmaritleri gibi bahaneler; her ne kadar gerçek olsa da, asıl soru işaretlerini asla gidermiyor. Asıl mesele, bu felaketlere neden her seferinde hazırlıksız yakalandığımızdır. Yangın mevsimi gelmeden önce alınması gereken önlemlerin, stratejik planlamaların ve modern teknolojiye yapılan yatırımların neden hep ertelendiğinin hikayesi bu!
Peki, nerede o çok bahsedilen “tüm imkanlar”?
Erken Uyarı Sistemlerimiz nerede? Teknolojinin bu denli geliştiği bir çağda, orman yangınları neden hâlâ en ilkel yöntemlerle tespit ediliyor? Uydularla, dronlarla anlık takip ve müdahale neden bir rutin haline getirilmiyor? Ormanlarımızın her köşesi neden 24 saat gözetim altında değil?
Yangın Söndürme Filolarımız ne durumda? Yangın mevsimi gelmeden önce, envanterimizdeki uçak ve helikopter sayısı neden net olarak açıklanmıyor? Neden her seferinde yabancı ülkelerden yardım dilenmek zorunda kalıyoruz? Kendi ormanlarına sahip çıkamayan bir devletin, geleceğine de sahip çıkamayacağını bile bile, bu bağımlılık neden hâlâ devam ediyor? Bu, sadece ekonomik bir yetersizlik değil, aynı zamanda milli bir sorumsuzluktur!
Yangın Sonrası Planlarımız ne? Yanan araziler, neden bir süre sonra imar rantı iddialarıyla gündeme geliyor? “Yanan ormanlar yeniden yeşillendirilir” sözü, ne yazık ki, çoğu zaman beton yığınlarının yükseldiği arazilere dönüşüyor. Bu durum, yangınların ardındaki şüpheli gözleri her geçen gün daha da artırıyor; toplumsal güveni sarsıyor. Yanan ormanların yerine, sadece ağaçlar değil, beton da dikilerek bir ceza ödülü mü veriliyor?
Bu sorular artık sadece birer soru olmaktan çıktı; bunlar, yanan ormanların dilidir. Bu dil bize sadece felaketi anlatmıyor, aynı zamanda bu felakete zemin hazırlayan tüm hataları da haykırıyor!
Orman yangınları, sadece bir tabiat olayı değil; aynı zamanda yönetim anlayışımızın, gelecek vizyonumuzun, toprağa, doğaya ve en önemlisi de insanına verdiğimiz değerin bir yansımasıdır. Ormanlarımız, sadece odun demek değildir, gelecek demektir!
Küllerin dili, sessizlikten daha yüksek sesle konuşur. Ve bu dil bize, artık sadece yangınları söndürmekle yetinemeyeceğimizi, asıl yangını, yani ihmali, plansızlığı ve sorumsuzluğu söndürmemiz gerektiğini fısıldıyor. Yoksa, yanan sadece ormanlar değil, tüm umutlarımız, tüm geleceğimiz olacaktır!
FATMA YILDIZ