Her insan zaman zaman yalnız kalmak ister. Yalnız kalmayi istemek, içsel dünyamıza yapılan bir seyahat gibidir. Yağmurlu bir günde kahveni yudumlarken camdan süzülen su damlacıklarını selamlamak ne hoş değil mi?
Selamlaşmaya kısa bir mola verdikten sonra dalıp gitmek. Çok uzaklara, belki en derinlere. Canın nasıl isterse. İşte tam da bu konuya değinmek isterken, cümlelerim beni asıl konuya getirdi.
Arkadaşlar, yalnız kalmak istemek bir hak, bir ihtiyaç. Ekmek gibi, su gibi. İnsanı dinginleştiren, sakinleştiren; özüne dönüp kendini dinlemesini sağlayan bir şey aslında. Çevrenize bir dönüp bakın bakalım, bu hak herkese tanınıyor mu?
Kendi benliğini unutmuş, varlığının farkında bile olmayan insanlara şahit olmak ne acı. Ne istediğini bilmeyen, hayatta bir amacı olmayan, “Önüme ne gelirse yaşarım, yaşıyorum zaten” diyen insan, yalnız insandır işin özünde. Kendini dinlememiştir. Belki de bu hakkı elinden alınmıştır.
Bu insanı nerede görürseniz görün tanırsınız. En kalabalık sofralarda bile başı çeker. Gözleri, bakışları, sessiz çığlıkları. Evet evet, yanlış duymadınız! Sessiz çığlık diye bir gerçek var.
Bu insanların koca kahkahaları vardır aslında. Ağız dolusu gülerler. Sonra gökyüzüne bakıp derin bir “Oh” çekerler. Çünkü bilirler orada sonsuzluk var. Çünkü bilirler gökyüzü mavidir, alabildiğine. Kabul eder onları, koşulsuz şartsız.
Etrafında çok insan olur bu kişilerin. Çünkü onlar herkesi olduğu gibi kabul etmiştir. Bir onlar, oldukları gibi kabul görememişlerdir. Ne acı değil mi? Ama daha bitmedi.
Yılanlar etraflarını sarmış, dört bir yanı kuşatmış, düşman sınırdan içeri girmiş bile. Şimdi zehirlerini saçma vakti. En derin bencillikler, en acımasız haksızlıklar yapılmaya başlandı bile. Ne yaparsan yap nafile.
Bir kere sınır ihlaline izin verirsen, bu insanlar arsızca hep isterler. Hayasızca.
Peki sonra sana ne mi olur? Kendini hep başkalarına adamış biri hâline dönüşürsün. Ve işte burada içsel yalnızlığın başlar. “Bu durumu nasıl anlayacağım?” dediğini duyar gibiyim.
Kendini o hayata ait hissetmezsin. Hep bir şeyler eksik ya da yarım kalır. Aslında içten içe hissedersin bir şeylerin ters gittiğini. Anlamlandırmakta zorlanırsın. Tıpkı dilinin ucuna gelen ama unuttuğun bir şarkı sözünün bir türlü aklına gelmemesi gibi.
Oturup kendini dinlemek gibi bir fırsatın olsa, anlayacaksın aslında neyin ne olduğunu. Ama leş kargaları fırsat vermiyorlar ki. Vermezler. Senin kanını emmeye yemin etmişler bir kere.
Bu kısır döngü böyle devam edecek, sen “Dur” demediğin sürece. Haydi güzel kardeşim, dön bir aynaya bak. Aynada gördüğün sensin. Etrafındaki insanları memnun etmekten vazgeç. Önce kendini seç bu hayatta. Sonra seni de mutlu etmeye çalışan insanları seçmeyi deneyebilirsin.
Etrafında olan kuru kalabalık sana iyi gelmiyor, kabul et artık. Bırak şu kan emicileri. Onlar olmadan da sen mutlu olabilirsin. Korkma!
Sen, kendini bulabildiğin maviliklere bak.
Kendine bak.