Tarih boyunca devlet ve toplum arasındaki ilişki sıkça sorgulanmıştır. Devletin toplum için mi yoksa toplumun devlet için mi var olduğu paradoksu, kesin bir şekilde tanımlanmadığı sürece gündemde kalmaya devam edecektir. Bu bağlamda, bir ülkede kurumların toplum veya bireyler için mi, yoksa bireylerin kurumların varlığını sürdürebilmek için mi olduğunu net biçimde belirlemek oldukça zordur.
İnsan, bir ülkenin yapı taşıdır; ancak ödediği vergiler gibi bireyin devlete katkısını göz önünde bulundurduğumuzda, bireyin devlet için var olduğu sonucuna ulaşmak mümkündür. Bu paradoksun bir ülkede tanımlanmış olması kritik önem taşır. Çünkü paradoks tanımlanmamışsa, toplum ile devlet arasındaki ilişkinin tam anlamıyla düzene oturmadığını söyleyebiliriz. Bu durumda devlet, toplumdan istediği şeyleri kabul ettirme hakkını kendinde görürken; toplum da devletin kendisine hizmet etmek zorunda olduğunu düşünerek sorumsuz bir tavır sergileyebilir. Her iki tarafın sınırlarını ve haklarını bilmesi açısından söz konusu paradoksun çözümlenmesi ve tarafların bu çözümü benimsemesi gereklidir.
Merkez Anadolu Devlet Yönetimi Sistemi, bu problemi ele almış ve paradoksa yönelik net tanımlar ortaya koyarak çözüm sunmuştur. Bu sistemin benimsendiği ülkelerde, devlet ve toplum arasındaki çelişkilerin ortadan kaldırılması öngörülmektedir.
Merkez Anadolu Devlet Yönetimi Sistemi’ne göre, devlet toplum içindir ve en yüksek amacı, toplumun refah içinde yaşamasını sağlamaktır. Bu sistemde devlet kurumsal anlamda kutsal olarak görülür, ancak bu kutsiyet yalnızca topluma sunduğu hizmetlerden kaynaklanır. Bunun dışında devletin kendi başına bir kutsallık iddiası bulunamaz. Örneğin devletin “kutsal hakkı” gerekçesiyle vergileri artırması kabul edilemez. Vergi toplamak devletin egemenlik hakkına dayanarak yaptığı bir eylemdir ve bunun ötesinde başka gerekçeler göstermesi anlamsızdır.
Sağlıksız yönetim uygulamaları sonucunda devlet bütçelerinde açıklar oluşur. Eğer bu kötü yönetim devam ederse, açıklar daha da büyür ve bunun sonucu olarak vergiler sürekli artırılmaya başlanır. Sağlam bir yönetim yapısıyla bütçe açıklarını azaltma seçeneği ise, uzun vadeli bir çözüm gerektirdiğinden ve ciddi uzmanlık talep ettiğinden genellikle tercih edilmez. Bu durum yönetimin kolay yolu seçip vergi artışına yönelmesine yol açar. İşte burada devlet kendine sözde bir kutsallık yaratmaya çalışarak, vergi vermenin bu kutsallığı beslediği algısını topluma dayatır ve bireylerin devlet için var olduğu anlayışını öne çıkarır. Aslında bu yalnızca başarısız yönetimi aklama gayretidir.
Devletin temel görevi, toplumun sosyal, ekonomik, adalet ve güvenlik alanlarında refah içinde yaşamasını sağlamaktır. Bunu yaparken minimum kaynak ile maksimum hizmet dengesini gözetmeli ve fayda-maliyet ekseninde politikalar yürütmelidir. Ancak devlet aşırı borç yükü veya kontrolsüz bütçe açıkları oluşturursa, toplumun devleti finansal olarak desteklemek zorunda olduğu gibi yanlış bir algı geliştirebilir. Bu noktada toplum, verilen algıya tepki göstermeli; ayrıca sistem içerisinde bu tür sorunları önleyecek ya da oluştuğu takdirde müdahale edecek mekanizmalar kurulmalıdır.
Devlet yönetiminde kurulacak yönetimsel denetim mekanizmaları bu açıdan hayati öneme sahiptir. Bu denetim mekanizması sayesinde devletin her zaman toplum için var olması gerektiği ilkesi korunur; toplumun gerçek anlamda “kutsal” olan taraf olduğu bilinci yerleşir. Devletin kutsallığı ise ancak topluma hizmet ettiği sürece geçerli olur. Ayrıca bu mekanizma olası bütçe açıklarını önleyici rol üstlenir ve olağanüstü durumlarda oluşabilecek mücbir sebeplere bağlı açıkları kapatmaya yönelik tedbirler alınmasını sağlar. Gerekirse müdahale ederek sorunlara çözüm üretir.
Yeni çağda süper güç olmayı hedefleyen devletler, eski çağa ait iflas etmiş yönetim anlayışlarını bir kenara bırakmalı ve yeni çağın vizyonuna uygun stratejilere yönelmelidir. Aksi takdirde, geçmişin çözümlenmemiş paradoksları varlığını sürdürerek ülkelerin, toplumların ve devletlerin ilerleyişini durduracak ve yıllarını heba etmeye devam edecektir.