Avatar
Merve Çabuk
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. ÇAĞIMIZIN TEHLİKESİ SOLO YAŞAM ve AİLE

ÇAĞIMIZIN TEHLİKESİ SOLO YAŞAM ve AİLE

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Aile, ilk insan toplumlarından itibaren var olan en kadim ve en temel kurumdur. Bu nedenle bu kurum, geçmişten günümüze kadar pek çok düşünür ve gözlemcinin dikkatini çekmiş ve çeşitli incelemelere konu olmuştur.

İnsanlığın varoluşu kadar eski, toplumsal bir yapıtaşı olarak bilinen “aile” kavramı, çeşitli kalıplar içerisine girerek yapısal ve biçimsel değişimler geçirmiş olsa da 21.yy. da da önemini korumayı başarmış ve biyolojik, sosyolojik, ekonomik, politik alanlarda pek çok tartışmaya zemin hazırlayan odak bir nokta olmuştur.

Geçmişten günümüze ailenin tanımı ile ilgili yapılmış çalışmalara bakıldığında aile kavramına yönelik standart ve tekdüze bir tanımlamanın çok mümkün olmadığı anlaşılmaktadır. Bu sebeple evrensel olarak nitelendirilebilecek bir tanım yapmak oldukça zorlayıcıdır. Evrensel bir tanımlama yapılabilmesinin önündeki zorluklardan biri aile kurumunun toplumdan topluma farklılık gösteriyor olması gösterilebilir. Diğer bir engel olarak aile kurumunun dinamik ve yaşayan bir süreç olarak değişime uğraması sayılabilir.

Ailenin yapısı, aile içi pozisyonlar ve ilişkiler, ailenin işlevleri vs. hususlar değiştiği gibi, daha önemlisi aile hakkındaki düşünceler de değişime uğramaktadır.

İnsanın dünyaya gelişiyle başlayıp ölümüne kadar devam ettirdiği, bazılarımızın bilinçli, bazılarımızın ise bilinçdışı olarak yöneldiği bir mana arayışı vardır. Yaratılış amacını bulmaya çalışan insan bu yolda deneyimleriyle ve çevresinden almış olduğu izlenimlerle arayışını sürdürür. Doğduğu andan itibaren etkileşim ihtiyacı içerisinde olan bizler hayatımızın sonlandığı ana kadar toplumsal bir organizasyonun yegâne parçası olarak hayatımızı sürdürürüz.

Biyopsikososyal bir canlı olan insan, yaratılışının ilk gününden itibaren duygularını, düşüncelerini, istek ve arzularını paylaşacak kısaca ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik bir oluşuma mecburiyet içerisindedir.

Öyle ki yaratılış tarihine baktığımızda Âdem aleyhisselâm ve Hazreti Havva validemiz ile başlayan insanlık tarihinde teklik olmadığı, insanlığın varoluşuyla birlikte aile kurumunun da temellerinin atıldığı açıkça görülmektedir. Hazreti Âdem ve Hazreti Havva ile başlayan aile yapısı, insanların etkileşimleri, çevre faktörü, artan ve değişen ihtiyaçlarla birlikte şekillenerek günümüze gelmiştir.

Toplumu oluşturan ve şekillendiren aile kurumu aynı zamanda kuşak geçişli öğrenmenin somutlaştırıldığı, vücut bulduğu halidir. Bu kültürel aktarımın da etkisiyle toplumdan topluma çeşitlilik gösteren hatta aynı toplumlar içerisinde farklı ailelerde değişebilen karakteristiğe rastlanmaktadır.

Türk aile yapısına yönelik yapılan araştırmalar incelendiğinde tarih boyunca aileye verilen önemin işlenmiş olduğu göze çarpmaktadır. Devlet düzeninin aile içerisindeki düzen ve dengeye bağlı olduğu inancıyla toplumsal yaşantılarına yön vermişledir. Buradan da ailenin toplumsal yaşama yön veren sosyal bir örgüt olma özelliğini de anlayabiliriz. Geniş aile yapısının benimsendiği ve örneklerinin görüldüğü Türk ailesi de günümüz dünyasının modernleşme çabası ile birlikte başlayan ve günümüzde hala devam etmekte olan bir değişim sürecine girmiştir. Bu sürecin birden fazla uyaranı olmakla birlikte bunlar arasında küreselleşme, teknoloji ve sanayi alanındaki gelişmeler, ekonomik sebepler beraberinde yaşanan göçler, toplumsal değerlerlerde görülen değişimler sayılabilir.

Türk ailesi açısından yaşanılan değişim sürecini değerlendirdiğimizde şu özelliklerin ortaya çıktığını görürüz. Daha önce toprağa bağlı olan Türk ailesi üretken bir özelliğe sahipken, sosyo-ekonomik yapısında meydana gelen değişmeler aileyi, üretici konumdan tüketici konuma taşımış ve modern aileyi tüketici bir aile yapısına kavuşturmuştur. Ailenin tüketicilik eğilimleri, tüketici toplumda daha da kışkırtılmakta ve aile, tüketim peşinde koşan bireylerin yaşadığı ve tüketim düzeyiyle kendini gösterdiği bir alan haline gelmektedir.

Günümüzde küreselleşmenin de bize altın tepside sunuyor gibi göstermiş olduğu sosyal medya, internet, TV gibi iletişim kanallarının görünenin arkasında tüketimi teşvik ettiği, insanların önce doyumsuzluğa, tatminsizliğe sonra da mutsuzluğa doğru yol aldığı bir tabloyu gözler önüne serdiğini ne yazık ki görmekteyiz. Öyle ki gereksinimin karşılanması için yapılan alışverişlerden ziyade, cazip gelen reklam içeriklerinde görüp beğendiğimiz, arkadaşımızın elinde gördüğümüz içten içe ben de nasıl yok diye düşünerek sahip olmaya çalıştığımız, halihazırda mevcut olan cep telefonumuzun bir üst modeli çıktığında hemen yenilediğimiz bir alışveriş ve tüketim çılgınlığı da diyebileceğimiz bir noktaya geldik ne yazık ki. Sonu gelmeyen ve doymak bilmeyen insan nefsi son dönemlerde ekonomik sıkıntılar pahasına bu tüketim zincirine her gün bir yenisini ekleyerek devam etmektedir. İhtiyacın çok daha üzerinde tüketimin olması sonucunda yeni bir sorun alanı olarak israf ve kaynakların bilinçsizce tüketimi sahneye çıkmaktadır. Yaşanan bu gelişmelerin yani küreselleşmenin, üreten toplum profilinden çıkarak tüketim toplumuna doğru kabuk değiştiriyor oluşumuzun da etkileriyle aile yapılarında geniş aile özelliklerinden çıkıp çekirdek aileye hatta son zamanlarda solo yaşam tarzına doğru bir geçiş söz konusu olmaktadır. Artan ihtiyaçlar ve beraberindeki tüketim oranları sonucunda aileyi oluşturan fertlerin sayısı da azalma göstermiştir. Eski dönemlere bakıldığında geniş aile yaşantısında yaşam alanı ortak kullanılırken çekirdek aileye geçiş ile birlikte yeni haneler kurulmaya başlanmıştır. Bu durum da beraberinde yeni ihtiyaçları doğurmuştur. Böylece kişiler artan talep ve ihtiyaçlarını karşılamaya, yaşam standartlarını yükseltmeye yönelik alternatif yaşantılar geliştirmeye başlamıştır. (Evlilik dışı yaşam, solo yaşam tarzı örnek verilebilir.) Geleneksel toplumda ortak paydada buluşuyor olmak, kolektif yaşama örüntüleri (kısaca BİZ algısı), nesilden nesile aktarılan ahlaki değerler ilişkilere yön verirken, değişen toplum ile birlikte egosantrik yapıya sahip ilişkilerle şekillenen, küçülen aile yapılarını görmekteyiz. Geleneksel toplumdan modernleşmeye doğru ilerleyen süreçte ailenin işlevleri sınırlandırılmış, popüler kültürün de etkisiyle bireysel yaşam tarzları benimsenmeye başlamıştır. Tüm aile bireylerinin bir araya gelerek sohbetler eşliğinde yediği akşam yemeklerinin tadı, gün sonunda ailece yapılan çay sohbetlerinin hazzı, küçükten büyüğe herkesin paylaşımları, aile olmanın hissiyatına dair tüm bunlar aileye dair motifler arasındadır. Zaman içerisinde değişimin, çevrenin, teknolojinin de etkisiyle bireysel alanlarında telefon, tablet vb. teknoloji ürünleriyle tek başına zaman geçirmeye doğru geçiş yaptığımız hatta bir arada olunan zamanlarda bile paylaşım yapmaktan çok sosyal medya, TV dizileri gibi aile sıcaklığının hissiyatından uzaklaştıran meşgaleler ile dolu bir sürece doğru yol almaya başladık. Kalabalıklar içinde yalnızlık söylemi bu durumu betimleyebilir özelliktedir. Biz kalabalıklar içinde yalnızlaşmaya başladık…

Bundandır ki “nerede o eski günler”, “ben çocukken…” şeklinde kurduğumuz cümleler aslında içten içe aradığımız aile hissiyatının özlemini çağrıştırmaktadır. Bu süreç nesiller boyu aktarılan normların ve değerlerin zarar görmesine, daha ileri aşamada aile kurumunun önemini zedeleyebilecek sonuçlara sebep olabilmektedir. Yapılan araştırmalar evlilik oranlarındaki düşüşle birlikte boşanma oranlarındaki artışı göz önüne sermektedir. Evlilik dışı yaşantının ve evlilik dışı dünyaya gelen çocuk sayısındaki artış kültürel olarak tahribata uğruyor olduğumuzun da göstergesidir. Aile, duyguların, birlikteliklerin, üzüntülerin, sevinçlerin paylaşıldığı, içinde destek mekanizmalarının da olduğu, temeli sevgi ve saygıya dayalı toplumsal normatif bir oluşumken; sahip olduğu bazı değerlerini yitirmeye, bireyselliğe doğru yol alan bir hale gelmektedir.

Hayata gözlerimizi açtığımız anda ilk nefesimizi tek başımıza alır, ilk gözyaşımızı tek başımıza döker ve ölümle tek başımıza yüzleşiriz. Ancak burada belirtmek isterim ki tek başına olmak ile yalnızlık birbirinden ayrıştırılması gereken kavramlardır. Tek başına başladığı hayat süresince var olma gayreti ile birlikte sosyal ilişkiler içerisinde olan insan sosyal bir canlı olmasının da beraberinde getirdiği özelliklerle ilişkiler kuran, etkileyen ve etkilenebilen, bu anlamda tek başınalığın bir parça dışına çıkan bir model sergilemektedir. Tek başınalık ve yalnızlık tercih edilebilir durumlar olabilirken toplumdan tamamen soyutlanabilmek çok da mümkün görünmemektedir. Öyle ki sevgili peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm’ın “kadınlar erkeklerle birlikte bir bütünü tamamlayan diğer yarıdır.” hadisinden de yola çıkılarak insan fıtratının varoluşundan bugüne bireysellikten ve yalnızlıktan ziyade tamamlanma ihtiyacı içerisinde, anlam arayışının da buna yönelik olduğunu görebilmekteyiz. Buradan yola çıkarak yalnızlık kavramından bahsedecek olursak;

Bir kişinin yalnızlık olgusunu nasıl gördüğü, nasıl işlediği, nasıl değerlendirdiği ve ne derece istediğine göre bu olgunun ifade edilme şekli ve kullanımı değişmektedir. Tek başına olma (solitude) ve yalnızlık (loneliness) yalnızlığın birbiriyle ilişkili iki farklı yönüdür. Tek başına olma kavramı genel olarak, yalnızlığın kişiyi geliştiren, kendisini tanımasını sağlayan ve bir aşkınlık duygusuna sebep olan yönü olarak ele alınmıştır. Yalnızlık (loneliness) ise, genelde, kişiye acı veren, onun sosyal ilişkiye girmesini engelleyen ve sosyal ilişkiye girememesinden dolayı oluşmuş ve kişinin istemediği bir olgu olarak ele alınmıştır.

Teknolojik gelişmelerle birlikte hızlıca küreselleşme süreci toplumsal hayat ve aile kurumu üzerinde olumlu ve olumsuz etkilere sebebiyet vermiştir. Geleneksel yapıya baktığımızda ilişkilerin yüz yüze, yakın ve duygusal nitelikte olduğu gözlenirken modernleşmeyle birlikte ilişkilerin bireyselleştiği bir yönelimden söz edilmektedir. Bireyselleşme ile birlikte yalnızlık olgusu da tercih edilebilir alternatif yaşam biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır. Kalabalık geniş aileler yerini çekirdek ailelere, çekirdek aileler de yerini solo yaşama bırakmaya başlamıştır. Son yıllarda önemli derecede artış göstermeye başlamış olan bu olgunun zorunluluk hallerinin dışında kişilerin tercihleri sonucunda yaşandığı karşımıza çıkmaktadır. Giderek artan tüketim, insanların yaşam standartlarını yükseltmek istemeleri, bu bağlamda yaşanabilecek ekonomik kaygılar, kariyer planları çerçevesinde öncelikleri değişen insanlar için evlilik ve aile hayatı geri plana bırakılmaya başlanmıştır. Değişen planlarımıza yönelik çıkmış olduğumuz yolda aile ve aile yaşamının beraberinde getirdiklerini kendisine engel olarak gören bireyler solo yaşamı cazip bulmakta ve bu alana doğru yönelmektedirler. Bu anlamda ortaya çıkan tabloya bakıldığında duyguları paylaşan, zorlukların üstesinden iş birliği içinde gelen, güzellikleri sevinçleri bir arada yaşayan aile profili, yeni dönem insanında; sorumluluk yükünün arttığı, kısıtlayıcı, bir arada olmaktan ziyade birbirine tahammül göstermek zorunda olduğu algısıyla yaşamaya çalışan aileyi sorun olarak gören bir anlayışa yerini bırakmıştır. Bu gidişat, örnek aile modelinin azalma eğiliminde olması, insanlığın var oluşundan beri süregelen ve toplumun temelini oluşturan aile kurumu açısından tehdit oluşturmaktadır. Toplumun çeşitli alanlarında değişime sebebiyet verebilecek bu olgu yeni bir toplumsal hayatın şekillenmesine zemin oluşturmakla beraber sadece toplumsal hayat için değil küresel anlamda ekosistem için de risk teşkil etmektedir.

 Tüm bu verilerin ışığında toplumsal hayatın ve en temelinde insan yaşamının devamını sağlamak, yaratılış düzenini korumak için aile yaşamı gereklidir. İyi, barış ve huzur dolu bir dünya için sağlıklı toplumlara ihtiyacımız olduğu gerçeğinden hareketle sağlıklı bir toplum için, kaliteli zamanın geçirildiği, huzurlu ve sağlıklı, örnek nitelik taşıyacak ailelere olan ihtiyaç göz ardı edilemez. Aileyi güçlendirici ve koruyucu faaliyetlerimiz küresel değişim ile birlikte modernleşme yolunda ilerleyen toplumların aileye yönelik farklılaşan algılarına ve ailenin önemini yitirmesi tehlikesine karşı oldukça önem arz etmektedir.

 

 

 

 

 

 

 

ÇAĞIMIZIN TEHLİKESİ SOLO YAŞAM ve AİLE
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

  1. Avatar
    10 Şubat 2024, 12:44

    Emeğinize sağlık

Giriş Yap

Türkiye Aktüel ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!