Sonra yavaşça eğdi başını. Gözleri bir noktaya takılı kaldı, neye baktığını bilmediği bir yere dalmıştı. Ama zaten neye baktığının ne önemi vardı ki önemli olan ne gördüğüydü…
Çok şey görüyor ve duyuyordu. Bunu, gözlerinden usulca süzülen yaşta okuyordum. İnsan ne garip bir varlıktı, dedim içimden. Neden bu kadar umursuyorduk ki bu hayatı? Neydi ki insan? Neticede uğruna yıllarca çalıştığı, gözyaşı döktüğü, boşyere kalp kırdığı şeylerin sonunda pişmanlıkla baş başa kalan bir mahluktu. fazla düşünmenin lüzumu var mıydı?
Tabii ya, yılların yıprattığı, acıttığı hatıraları hatırlayıp benim gibi sorguluyordu. Haksız mıydı? Estağfurullah, elbette haklıydı. Ama insanoğlu işte… Kırar da, üzer de; en sonunda pişmanlığıyla baş başa kalır.
Sonra ellerini dizlerinin üzerinde kenetledi, gözleri hâlâ burkulur kaldı o yere. Belki de vedalaşıyordu içindeki maziye; çünkü bazı vedaların kelimelere değil, sessizliğe ihtiyacı vardı. Belki de gözlerinden süzülen o yaş, hatıraların üzerine yağan son yağmurdu. Evet, akarken acı veriyordu, ama içindekileri serinletiyordu. O an anladım ki bazen bir damla gözyaşı, koca bir ömrün son kırıntısıdır.