Bazı insanlar, hayatı hep “yarın”a bırakır. Bir cümleyi, bir buluşmayı, bir özrü… Sanki zaman, onları bekleyecekmiş gibi yaşarlar. Oysa zaman beklemez. Sessizce akar, geçer, ve bir gün farkında bile olmadan bizi geride bırakır.
“Bir gün yaparım.” “Henüz hazır değilim.” “Şartlar biraz daha uygun olmalı.” İşte bu cümlelerle kuruyoruz kendi hapishanemizi. Psikolojide buna prokrastinasyon diyoruz; yani erteleme davranışı. Ama çoğu insan bunun basit bir tembellik olduğunu sanıyor. Oysa değil. Erteleme, çoğu zaman kaygının ve korkunun kılık değiştirmiş hâlidir. İnsanın kendi potansiyelinden, hatta kendi mutluluğundan korkmasıdır.
Beyin, rahatsızlıktan kaçar. Yeni bir şeye başlamak, bilinmezle yüzleşmek anlamına gelir. Ve insan, bilinmezden korkar. Bu yüzden ertelemek, kısa vadede rahatlatıcı bir kaçış gibi gelir; ama uzun vadede bir pişmanlık döngüsüne dönüşür. Her “yarın” dediğinde, aslında bugünü kaybedersin. Ve o “yarın”, hiç gelmez.
Tarihten örneklere bakalım. Leonardo da Vinci, ardında sayısız yarım kalmış taslak bırakmıştır. Onun dehası bile bazen kararsızlığın tuzağına düşmüştür. “Her şeyin yarım kalmasından korkarım” der Leonardo. Belki de bu yüzden, yarım kalan işlerin ağırlığıyla ölmüştür. Yunan mitolojisinde Tantalos vardır; sonsuza dek suyun içinde susuz, dalların altında aç. Meyveye uzanır, dal geri çekilir. Suya eğilir, su kaçar. İnsanın kendi elleriyle kendini mahrum bırakmasının sembolüdür Tantalos. Biz de çoğu zaman onun gibiyiz; fırsat tam karşımızdayken geri çekiliyoruz.
Neden? Çünkü zihnimiz, konfor alanının dışında kalmaya tahammül edemiyor. Büyümenin, değişmenin verdiği rahatsızlığı tehdit gibi algılıyor. Ama unutuyoruz; hiçbir tomurcuk, çatlamadan çiçek açmaz.
Belki sen de bir ilişkiyi, bir hayali, bir iş fırsatını sırf “henüz hazır değilim” diyerek erteledin. Oysa hiçbir zaman tam hazır olamayız. Hayatın sırrı, mükemmel anı beklemekte değil, o anı mümkün kılmaktadır.
Psikolog olarak yıllardır aynı cümleyi duyuyorum danışanlardan: “Keşke o zaman cesaret etseydim.” Ama “keşke”, geçmişin en ağır zinciridir. Çünkü zamanı geri alamazsın, ama bugünü hâlâ şekillendirebilirsin.
İnsan, bazen korkularını bahaneye dönüştürür. “Zamanım yok” der, aslında zaman var; sadece öncelik yok. “İmkânım yok” der, aslında imkân, niyetin derinliğinde gizlidir. Hayat, sana hep “şimdi mi, sonra mı?” diye sorar. Ve her “sonra” cevabı, seni biraz daha kendi gölgenin içine çeker.
Bir sabah uyanırsın ve fark edersin: Artık o kişi yok. O fırsat kapanmış. O mevsim geçmiş. Ve zamanın sana ait olan payı sessizce azalmış. İşte o an, ertelemenin sessiz intikamıdır.
Belki bugün, bir adım atmanın günü. Belki küçük, ama samimi bir başlangıcın zamanı. Belki de o “sonra” dediğin her şeyin, aslında “şimdi” olduğunu fark etme anı.
Hayatı erteleyen, aslında yaşamak yerine düşünmeyi seçer. Ama hayat, düşünenleri değil, cesaret edenleri ödüllendirir. Korkunun içinden geçen, kendi zamanını yeniden yaratır. Ve sonunda, şunu fark eder: Ertelemenin karşısında duran tek güç, niyettir.
Zaman kimseye sadık değildir, ama cesarete saygı duyar. O yüzden bugün, en azından bir şeye başla. Küçük de olsa. Çünkü her “bugün”, bir ömrün dönüm noktası olabilir.
“Ertelemek, hayatla vedalaşmanın en kibar yoludur.”
Merhabalar Buse Hanım,
Öncelikle şunu söylemeliyim yazılarınızın takip ediyorum ve hepsini okuyorum. “Ertelemek, hayatla vedalaşmanın en kibar yoludur.” sözleriniz bana derinden etki etmektedir. Sosyal medya adresleriniz var mı? Sizi daha yakından takip etmek isterim.