Bir insanın yüzünde zamanın izlerini görmek, bazen bir teleskopla evrenin derinliklerine bakmaktan farksızdır. Çizgiler… Her biri, geçmişten bugüne taşınmış bir hikâye. Beyaz saçlar, göğün bulutlarını; sakal, dağların sessizliğini; gözler ise uzak gezegenlerin ışığını yansıtır. Aynı zamanda bu ölümün insana yaklaşması ve artık dârü’l-bekâ irtica vaktini temsil etmektedir.
Yaşam bana insanın gökyüzüyle kurduğu o kadim bağı hatırlatıyor. Arka planda, sırayla dizilmiş gezegenler… Dünya’nın yanı başında Mars’ın kızıllığı, Jüpiter’in devasa varlığı, Satürn’ün zarif halkaları… Hepsi, insanlığın binlerce yıldır baktığı aynı gökyüzünün parçaları ama şu da acı bir gerçek ki milyonlarca insan bir daha gökyüzüne bakamamakta!
Antik çağda gökyüzü, yalnızca bilimsel merakın değil, aynı zamanda inancın, korkunun ve umudun da merkeziydi. Gezegenler, tanrıların ikametgâhıydı. Mars savaşın, Venüs aşkın, Satürn zamanın efendisiydi. İnsan, başını kaldırıp göğe baktığında aslında kendi kaderini okurdu ve onunla yüzleşirdi.
Bugün, teleskoplarımız daha güçlü, bilgilerimiz daha kesin. Ama belki de en önemlisi değişmedi: Gökyüzüne bakma ihtiyacımız. Çünkü insan, ne kadar teknoloji geliştirirse geliştirsin, hâlâ yıldızların arasında kendi yerini arayan bir varlık. Veya olası bir yıldız kaymasında hâlâ geleceği için dilek tutan bir varlık…
Umut bey tam benim ilgi alanıma göre bir yazı olmuş👌kaleminize bereket🌹 Uranüs unutulmuş🤭 Uranüs de aykırı çocuk olsun🤣 selamlar ✋
Saygıdeğer Umut Bey,
Gökyüzünün sonsuzluğunu insanın yüzüne ustalıkla yansıtan kaleminiz, okuyucuyu içsel bir yolculuğa ve semanın ihtişamına davet ediyor. Tarihi ve mitolojik göndermelerle zenginleşen anlatımınız, yalnızca bir yazıdan öte; derin bir tefekkür davetidir. Kaleminiz daim, ilhamınız bol olsun.
Saygılarımla.