Edebiyatın en büyüleyici yanlarından biri, bazen kurmacanın sınırlarını aşarak gerçekliğe karışmasıdır. Kimi zaman bir yazarın hayal gücüyle doğan karakterler, olaylar ya da mekânlar, zamanla insanların belleğinde “gerçekmiş gibi” yaşamaya başlar. Bu durum, bir bakıma edebî hayalin dünyaya sızması, kelimelerin ete kemiğe bürünmesidir. Söz, yazıldığı sayfadan taşar ve hayatın kendisine dönüşür.
Bunun en çarpıcı örneklerinden biri, Tarık Buğra’nın Osmancık romanında işlediği Şeyh Edebali vasiyetidir. Aslında tarih kitaplarında böyle bir metin bulunmaz; ama romanın gücüyle halkın hafızasına yerleşmiş, neredeyse gerçek bir tarihî belge gibi kabul görmeye başlamıştır. Benzer biçimde Osman Gazi’nin gördüğü rüya da, tarihî kaynaklarda efsanevi bir anlatı iken bugün dizilerde, kitaplarda ve söylevlerde sanki yaşanmış bir olay gibi aktarılır. Bu örnekler, edebiyatın tarih inşasına nasıl nüfuz edebildiğini gösterir.
Aynı etki, adlar üzerinden de görülür. Hüseyin Nihal Atsız’ın romanlarında canlandırdığı Kür Şad, tarihî belgelerde yer almayan ama ülkücü çevrelerde neredeyse tarihî bir kahraman gibi benimsenmiş bir figürdür. Pek çok aile çocuklarına “Kürşat” adını verirken onun romanlardaki duruşundan etkilenmiştir. Hekimoğlu İsmail’in Minyeli Abdullah’ı ise romanın sayfalarından taşarak, kimi insanların gözünde gerçek bir dava adamına dönüşmüştür. Kuyucaklı Yusuf ise sanki Ege’de birilerinin akrabasıdır. Böylece hayal, somut bir kişiliğe bürünür. Bu, edebiyatın yalnızca zihnimizi değil, nüfus kütüklerimizi bile şekillendirebileceğinin çarpıcı bir kanıtıdır.
Bazı yazarlar ise öylesine canlı ve ayrıntılı dünyalar yaratırlar ki bu kurgusal mekânlar, gerçek coğrafyalara dönüşür. William Faulkner’ın eserlerinde yer alan Yoknapatawpha County adlı hayali kasaba, haritalara çizilmiş ve Mississippi’de gerçekten varmış gibi anlatılmaya başlanmıştır. Harry Potter serisindeki Hogwarts da benzer şekilde, J. K. Rowling’in hayalinden çıkıp İngiltere turizmine yön veren bir simgeye dönüşmüştür. Kurgu mekânlar, bazen gerçek şehirlerin gölgesine değil, bizzat haritalarına yerleşir.
Edebî karakterlerin dolaştığı gerçek sokaklar da zamanla kutsal sayfalar gibi anılır. Fyodor Dostoyevski’nin Beyaz Geceler romanındaki anlatıcı karakterin St. Petersburg sokaklarında yaptığı gezintiler, bugün turistlere “Beyaz Geceler rotası” olarak sunulmaktadır.
Bazı karakterler ise öylesine inandırıcıdır ki okurlar onları gerçek sanır. Arthur Conan Doyle’un karakteri Sherlock Holmes için Londra’daki Baker Street’te mektupların geldiği bir posta kutusu bile açılmıştır. Miguel de Cervantes’in ünlü kahramanı Don Kişot, İspanya’da anıtlarla, müzelerle yaşatılır; onun “gezdiği” varsayılan köyler haritalara işlenmiştir. Bram Stoker’ın Dracula’sı da Kazıklı Voyvoda ile özdeşleştirilerek Transilvanya turizminin temel taşı hâline gelmiştir. Her ne kadar bu, onun katlettiği 30 bin masum Türk’ü unutturmasa da. Artık bu karakterler, yalnızca edebiyatın değil, gerçek dünyanın da parçasıdır.
Türk kültüründe de kurmacayla gerçeğin sınırını eriten pek çok örnek vardır. Bunların başında, Türk milletinin atası kabul edilen Oğuz Han gelir. Onun hayatı tarihî belgelerle sabit değildir, ama anlatıları kuşaktan kuşağa aktarılmış, destanlardan halk hikâyelerine, hatta modern edebiyata kadar taşınmıştır. Zamanla yalnızca bir destan kahramanı olmaktan çıkmış; soy ağacına yazılan, devlet kuruculuğuna atıf yapılan bir “tarihî kişi”ye dönüşmüştür. Benzer biçimde, hikâyeleriyle Türk boylarının ortak hafızasını taşıyan Dede Korkut da başlangıçta sözlü gelenekte anlatılan bir bilge iken, bugün halk arasında gerçekten yaşamış bir ozan gibi anılır. Onun söylediği kabul edilen öğütler, atasözü gibi kullanılmaktadır. Kurmaca, halkın belleğinde gerçekliğe bürünmüştür.
Hz. Ali’nin kahramanlıklarıyla uykuya dalan koskoca bir nesil var desek… Hz. Yusuf’la özdeşleşmiş binlerce anlatı… “Dünya Süleyman’a kalmadı” ders alması beklenen milyarlarca Ademoğlu…
Belki de şu anda kimsenin bilmediği, henüz yazılmamış nice karakter, gelecekte insanların zihninde böyle gerçek bir yer edinecek. Bir yazarın masasındaki taslak defterinde karalanan bir cümle, bir gün bir çocuğun adında, bir kasabanın haritasında ya da bir halkın belleğinde yaşamaya başlayacak. Edebiyatın gücü de tam burada gizlidir: Kurmaca, doğru kalplere ulaştığında gerçeğe dönüşür. Henüz ortaya çıkmamış nice kıymetli insan, kendilerini tanıtacak hikâyelerini beklemektedir. Ya da hikayelerini yazıp kurgulanmayı bekleyenler vardır.