Buse Köseer
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. OKUMAK RUHUN GIDASI, HAYAL GÜCÜ IŞIĞIDIR

OKUMAK RUHUN GIDASI, HAYAL GÜCÜ IŞIĞIDIR

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

“Okuyunca bir şey olmuyor.”

Çocukların dudaklarından dökülen bu cümle, sadece bir umutsuzluk ifadesi değil; toplumsal bir aynadır. Çünkü yıllardır onlara okumayı, merakın ve hayal gücünün kanatları olarak değil; bir merdivenin son basamağı, bir unvanın anahtarı gibi anlattık. “Oku, yükseleceksin” dedik. Ama hiçbir zaman okumayı bir yolculuk, insanın kendini tanıma serüveni olarak göstermedik.

Mustafa Kemal Atatürk’ün “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” sözü, duvarlarda asılı bir cümle değil, hâlâ yolumuzu aydınlatan bir pusula. O pusula, bize yalnızca bilgi biriktirmeyi değil, düşünmeyi, sorgulamayı, varoluşun anlamını aramayı öğütlüyor. Albert Einstein’ın da dediği gibi: “Hayal gücü bilgiden daha önemlidir.” Çünkü okuma, sadece bilgi toplamak değil, hayal gücünü beslemek ve düşünceyi özgür bırakmaktır.

Seans odasında bana gelen bir gencin sözleri hâlâ kulağımda:

“Okuyorum, çalışıyorum, ama hayat değişmiyor. Annem hep ‘çalışmazsan hiçbir şey olamazsın’ der, babam sürekli ‘bizim zamanımızda daha çok imkânsızlık vardı’ diye hatırlatır. Ama benim içimde sadece yorgunluk var.”

Bu cümleler, bir bireyin değil, bir neslin yorgunluğunu anlatıyor aslında. Çocukların “okuyunca bir şey olmuyor” çıkışı, tembellik değil; baskıyla ilgisizliğin arasında sıkışmış ruhların çığlığıdır. John Dewey’in sözü burada anlam kazanıyor: “Eğitim, hayatın kendisidir; öğrenmek, yaşamın içinde öğrenilen bir eylemdir.”

Birçok ailede aynı sahneyi gözlemliyorum: Yemek masasında tekrar eden cümleler… “Kitap oku, ders çalış, geleceğini düşün.” İyi niyetle söylenen bu sözler, çocuğun kulaklarında bir süre sonra tehdit gibi çınlamaya başlıyor. Çünkü baskının dili, sevgiyi unutturuyor. Öte yandan, tamamen ilgisiz bırakılan çocuk da okumayı sadece “gereksiz bir uğraş” olarak görüyor. İki uç arasında kitap, ya ağır bir yük ya da kenara atılmış bir eşya hâline geliyor.

Psikolojide bu duruma “içsel motivasyonun kaybı” diyoruz. Çocuğun merakı desteklenmediğinde ya da sürekli yargılandığında, öğrenme içsel bir ihtiyaç olmaktan çıkıyor. Profesör Maria Montessori’nin de vurguladığı gibi: “Çocuğun kendi içindeki merakını uyandırmak, onun en büyük öğretmenidir.” Bir danışanım şöyle demişti:

“Annem yanımda kitap okusaydı, belki ben de merak ederdim. Ama hep bana ‘sen oku’ dedi, kendisi hiç okumadı. O yüzden kitap bana bir görev gibi geldi, keyif değil.”

Bu söz, ailelerin gözden kaçırdığı büyük bir gerçeği hatırlatıyor: Çocuklar, öğütlerden çok örneklerle büyür.

Eğitim sistemi de benzer bir ikiyüzlülük sergiliyor. Kitap sevgisini aşılaması gereken okullar, çoğu zaman sınav odaklı programların gölgesinde kalıyor. Çocuğun bir roman kahramanıyla bağ kurmasından çok, test kitapçığında kaç net çıkardığına değer veriliyor. Eğitim, bilginin aydınlatıcı yolculuğu olmaktan çıkıp bir ticaret alanına dönüşüyor. Bir yanda ücretli dershaneler, özel okullar, sınav hazırlık kitapları; diğer yanda sınıflarında ışığı yanmayan köy okulları… Ve bütün bu çelişkinin ortasında çocuklar “Okuyunca ne değişecek?” diye soruyor.

Bir köy okulunda karşılaştığım 12 yaşındaki Mehmet’i hatırlıyorum. Çamurlu ayakkabılarıyla sınıfa girerken elinde eski, sararmış bir kitap vardı. Defalarca okunmuş, kenarları yıpranmış… Bana “öğretmenim, bu kitap bitti ama bir daha okuyorum, çünkü başka yok” demişti. Onun gözlerinde merak vardı ama imkân yoktu. Köy okulunun kütüphanesi yıllar önce bağışlanan birkaç kitaptan ibaretti. Mehmet için okumak, ulaşamadığı bir dünyanın anahtarıydı; ama o anahtarın dişleri eksikti. Onun “okuyunca ne olacak ki?” sorusu, daha çok umutsuzluğun ifadesiydi: “Ben okusam da şehirdeki çocuklar kadar imkânım olmayacak.”

Sonra bir özel okulda, 15 yaşındaki Elif’in cümleleriyle karşılaştım:

“Bizim evde kütüphanenin rafları dolu ama ben kitapları sadece ödev için açıyorum. Annem sürekli ‘başarılı ol, burs kazan, iyi bir üniversiteye git’ diyor. Babam, ‘biz senin için her şeyi sağladık, gerisi sende’ diye ekliyor. Ama ben artık okumaktan zevk almıyorum, çünkü hep bir yarış içindeyim.”

Elif’in imkânları vardı ama okuma onun için keyif değil, bir stres kaynağıydı. Onun “okuyunca bir şey olmuyor” cümlesi ise şu anlama geliyordu: “Ben ne kadar okusam da ailemin beklentileri hiç bitmeyecek.”

Köy okulunda bazı öğretmenler, sınırlı imkânlara rağmen öğrencilerin merakını canlı tutmak için olağanüstü çaba gösteriyor. Mehmet’in sınıf öğretmeni, eski kitapları oyun hâline getirerek öğrencilerle birlikte okumayı eğlenceli hâle getirmişti. Her sayfada sorular soruyor, hayal etmelerini teşvik ediyor, kendi zamanını öğrencilerin merakını beslemeye ayırıyordu. Bu çabalar sayesinde Mehmet’in gözlerindeki merak yeniden filizlendi. Diğer taraftan, köydeki bazı çocuklar, evdeki sorumluluklar veya kısıtlı imkanlar nedeniyle okuma alışkanlıklarını sürdüremiyor; kitaplar raflarda kalıyor, defterler kapanıyor. Ayşe de onlardan biriydi. Evde kardeşlerine bakmak ve ev işlerini yapmak zorunda olduğu için okuldan arta kalan zamanlarda kitap okuyamıyordu. Sonunda defterini kapattı, hikâyeleri bırakıp dış dünyaya yöneldi. Ancak birkaç yıl sonra, kendi azmi ve pratik zekâsıyla iş dünyasında başarılı bir girişimci oldu. Ayşe’nin hikayesi, okuma yolculuğunun tek bir çizgiden ibaret olmadığını, hayatın farklı yollar sunduğunu gösteriyor.

Özel okulda ise imkânlar bol, kütüphaneler zengin ama öğrenciler için okuma çoğu zaman ödev ve performans ölçüsü hâline gelmişti. Elif’in öğretmeni, yoğun müfredat ve sınav baskısı altında bireysel ilgiyi sınırlamak zorunda kalıyordu. Elif, başlangıçta kitaplara meraklıydı, ancak sürekli başarı beklentisi altında, okuma alışkanlığını keyifle sürdürmekten uzaklaştı. Bir süre sonra bazı kitapları hiç açmamaya başladı. Onun sessizliği, baskıya ve ilgisizliğe karşı bir savunma mekanizmasıydı.

Görüldüğü gibi, öğretmenlerin çabası kritik ama tek başına yeterli değil. Köydeki öğretmenler öğrenciler için küçük mucizeler yaratabiliyor; özel okulda ise rehberlik eksikliği, öğrencilerin merakını köreltebiliyor. Önemli olan, öğretmenlerin, ailelerin ve sistemin birlikte çalışarak çocuğun merakını ve öğrenme isteğini desteklemesi.

Sokrates’in dediği gibi: “Eğitimin amacı, öğrenciye düşünmeyi öğretmektir, neyi düşüneceğini değil.”John Locke’un da vurguladığı gibi: “Okuma zihni besler, ruhu şekillendirir ve toplumu ileri taşır.”Profesör Howard Gardner’ın sözleri ise bize hatırlatıyor: “Farklı zekâ türlerini destekleyen bir eğitim, yalnızca bireyi değil, toplumu da geliştirir.” Voltaire’in de dediği gibi: “Okuyan bir insan, kendisi için olduğu kadar toplum için de ışık olur.”

Francis Bacon’un sözleri, okumanın birey üzerindeki etkisini çok net özetliyor: “Okuma, ruhun gıdasıdır; düşünme ise yemeğin hazmıdır.” Yani kitaplar sadece bilgi aktarmaz; onları sindirip düşünebilmek, zihnin ve ruhun gerçek beslenmesidir. Platon ise eğitimin amacına dikkat çekiyor: “Eğitim, ruhun doğru şekilde şekillendirilmesidir; kitaplar bu şekillendirmeyi sağlayan en güçlü araçlardır.” Bu söz, her çocuğun okuma yolculuğunda kitapların sadece bir gereklilik değil, aynı zamanda karakter ve düşünce inşasının temeli olduğunu hatırlatıyor.

Tarihten örneklerle de görmek mümkün: Leonardo da Vinci, çocuk yaşta kitaplarla kurduğu merak yolculuğu sayesinde hem sanat hem bilimde sınırları zorlamış; Marie Curie, okuma ve araştırma azmiyle bilim dünyasına adını kazımıştı. Benjamin Franklin, kendi kendine okuduğu kitaplarla diplomasi ve girişimcilikte örnek olmuş, Thomas Jefferson ise okuma sevgisi sayesinde Amerikan Anayasası gibi büyük fikirlerin öncüsü hâline gelmişti.

Mehmet sınırlı imkânlarla başladığı okuma yolculuğu sayesinde yerel bir girişimci oldu; Elif ise baskı altında kalsa da bir gün kendi merakını keşfederek topluma katkıda bulundu. Okumak, sadece bireyi değil, toplumu dönüştüren bir yolculuktur.

Çocukların küçük ellerine verilen kitaplar, aslında geleceklerini şekillendiren ışıklardır. Okuma, bir alışkanlık değil, bir yaşam biçimidir. Ve her çocuk, kendi ışığını bulduğu an, dünyaya kendi rengini katar.

Çocukların okuma sevgisini geliştirmek için ailelerin ve öğretmenlerin rolü hayati önemdedir. Öncelikle aileler, kitapları bir zorunluluk değil, yaşamın doğal bir parçası hâline getirmelidir. Mehmet’in hikâyesinde olduğu gibi, sınırlı imkânlara rağmen öğretmeninin ve ailesinin gösterdiği merak odaklı destek, onun kitaplara olan ilgisini yeniden canlandırmıştı.

Evde birlikte kitap okuma alışkanlığı oluşturmak, çocuğun merakını ve hayal gücünü besler. Örneğin, Elif’in annesi sadece “Oku” demek yerine onunla birlikte kitap okuyabilir, ardından hikâyeyi tartışabilir. Bu tartışmalar, çocuğun düşüncelerinin değerli olduğunu hissettirecek ve okuma sürecini interaktif hâle getirecektir. Sorular sormak, hikâyenin detaylarını birlikte keşfetmek, eleştirel düşünmeyi ve sorgulama yetisini geliştirir.

Öğretmenler, sınıf ortamında farklı yöntemler deneyerek öğrencilerin ilgisini çekebilir. Okuma kulüpleri, yaratıcı yazma yarışmaları, grup tartışmaları ve dramatizasyon çalışmaları, öğrencilerin kitaplarla aktif bağ kurmasını sağlar. Özellikle köy okullarında, sınırlı kaynaklara rağmen yaratıcı yöntemlerle öğrencilerin merakı beslenebilir. Mehmet’in öğretmeninin yaptığı gibi, eski kitapları oyun hâline getirmek ve sorularla zenginleştirmek, okuma sevgisini canlı tutabilir.

Aileler ve öğretmenler arasında uyum da önemlidir. Çocuğun merakı evde ve okulda desteklendiğinde, öğrenme süreci kesintisiz ve anlamlı hâle gelir. Baskıcı bir dil yerine cesaretlendirici ve merak uyandırıcı bir yaklaşım benimsemek, uzun vadede kalıcı bir okuma alışkanlığı kazandırır.

Dijital dünyanın etkilerini de göz ardı etmemek gerekir. Teknoloji ve sosyal medya, çocukların dikkatini dağıtabilir; ancak doğru yönlendirildiğinde okuma motivasyonunu artırabilir. Eğitim uygulamaları, interaktif kitaplar ve dijital okuma grupları, çocukların ilgisini çekecek şekilde kullanılabilir. Buradaki amaç, dijital araçları düşman değil, destekleyici bir kaynak hâline getirmektir.

Çocukların kendi seçimlerini yapmalarına fırsat tanımak önemlidir. Kitap seçimini onlara bırakmak, okumayı bir zorunluluk değil, kişisel bir tercih hâline getirir. Her çocuğun merak ettiği alan farklıdır; bilimden edebiyata, tarihten sanata farklı kitaplar sunmak, ilgi alanlarını keşfetmelerini sağlar. Ayşe’nin iş dünyasında başarıya ulaşması, kendi yolunu keşfetmesi ve merakını farklı alanlarda kullanması, bu yaklaşımın önemini gösteriyor.

Okuma sevgisi sadece kitaplarla beslenen bir süreç değil; aile, öğretmen ve sistemin birlikte desteklediği bir yolculuktur. Merakın, hayal gücünün ve özgür düşüncenin geliştiği bir ortam yaratmak, çocukların sadece bireysel olarak değil, toplumsal bilinçle de büyümesine olanak tanır. Kitaplarla büyüyen bir nesil, kendi ışığını bulduğu gibi, etrafına da ışık saçar.

Her kitap bir kapı, her sayfa bir adım; her çocuk okudukça kendi dünyasının mimarı olur, ışıkları geleceğimizin feneri ve geleceğimiz, onların parlayan dünyasında saklıdır.

OKUMAK RUHUN GIDASI, HAYAL GÜCÜ IŞIĞIDIR
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Türkiye Aktüel ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

KAI ile Haber Hakkında Sohbet
Sohbet sistemi şu anda aktif değil. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.