Buse Köseer
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. GÜNDEM
  4. OLASILIKLARIN SONSUZ DANSINDA RUHUN KUANTUM NEFESİ

OLASILIKLARIN SONSUZ DANSINDA RUHUN KUANTUM NEFESİ

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

“Ruh, kendi kaosundan yıldızlar doğurur; yeter ki korkularınla yüzleşecek cesaretin olsun.”

Hayat, bir kuantum parçacığının titreşimleri gibi; aynı anda hem umut dolu hem kırılgan, hem yakın hem de ulaşılmaz. Kuantum felsefesi bize yalnızca atom altı dünyayı değil, kalbimizin en derin odalarını da işaret ediyor. Çünkü her şeyin birbiriyle bağlı olduğu o görünmez ağda, aslında biz de birbirimize dolanmışız.

Carl Jung’un kuramına göre: “Bilinçdışımızda olan, kaderimiz haline gelir.”

Bir annenin gençliğinde yaşadığı kaygı krizlerinin, hiç öğrenmediği halde yıllar sonra kızının göğsünde çarpan kalbine dokunması… Bu yalnızca bir rastlantı mı? Yoksa kuşaklar boyunca aktarılan gözyaşlarının ve sevinçlerin, görünmez bir ilmekle bizi birbirimize bağladığı, duyguların kuantum sarmaşığına dönüştüğü bir sır mı?

Bir danışanımın hayatı, kontrol edemediği belirsizliklerin ördüğü görünmez bir kafese dönüşmüştü. Her adımda karşısına çıkan sis perdesi, ne geçmişi ne de geleceği net görebilmesine izin veriyordu. Babasının ani gidişi, annesinin o donuk ve boş bakışları, yıllar boyunca zihninde tek bir cümleye dönüşerek yankılandı: ‘Her şey bir anda yok olabilir.’ O cümle, kalbinin derinliklerine gömülü bir çekirdek gibi her duygusunu besliyor, her ilişkisini gölgeliyordu.

Fizikte, bir kuantum parçacığı aynı anda birden fazla halde var olabilir. Belki de onun içinde de aynı anda hem kırılgan bir çocuk hem de iyileşmeye cesaret eden bir yetişkin yaşıyordu. Ve ikisi de gerçekti. O gün seans odasında, “Ben kimim?” sorusunun bir bilmece değil, bir yolculuk olduğunu fark etti. Her cevap, yeni bir soru doğuruyor; her yıkılış, yeniden bir varoluşa zemin hazırlıyordu.

Sartre’ın dediği gibi: “İnsan, kendisini yaratmaya mahkûmdur.” Ve bu yaratım sancısı, çoğu zaman tam da onun en korktuğu yerden “belirsizlikten” filizleniyordu. Belki de o sis perdesi, aslında yok edilmesi gereken bir engel değil; yavaşça içinden geçilmesi gereken bir sınavdı. Çünkü bazen netlik değil, bulanıklık insanı en derin dönüşümlere hazırlar.

Bir danışanım, herkesin gözünde başarılı bir iş insanıydı. Ofisteki keskin zekâsı, kriz anlarında bile sergilediği soğukkanlı liderliğiyle tanınırdı. Ancak eve döndüğünde o maskeler bir bir düşüyor, geriye yalnızca endişelerle boğuşan kırılgan bir baba kalıyordu. ‘Hangisi gerçek ben?’ diye soruyordu gözleri dolu dolu. ‘Ofisteki o güçlü adam mı, yoksa gece yarısı uykusuzlukla boğuşan bu endişeli adam mı?’ Belki de ikisi de… Ya da belki o, aynı anda tüm olasılıkları taşıyan bir varlıktı; tıpkı Schrödinger’in kedisi gibi, kapalı bir kutunun içinde hem yaşayan hem ölü, hem güçlü hem kırılgan.

Geçmişine indiğimizde hikâyesi, sürekli taşınmak zorunda kaldığı çocukluk yıllarında başlıyordu. Her yeni şehir, her yeni ev ona yalnızca yeni duvarlar örmeyi öğretmişti. Arkadaşlıklar kuramadan, aidiyet hissi gelişemeden büyümüştü. Bu yüzden yıllar sonra hayatını sıkı sıkıya planlamak zorunda hissediyordu. ‘Eğer plan yapmazsam, her şey elimden kayıp gider,’ diyordu. Simone Weil’in sözleri kulağımda yankılandı: ‘İnsan, köklerinden koparıldığında rüzgârla savrulmaya mahkûmdur.’ Belki de onun kökleri, geleceğe sıkıca bağladığı planlarda değil, kendi iç dünyasında saklıydı.

Ve belki de asıl mesele, o planları bir kenara bırakıp hayatın onu nereye taşıyacağını merak edebilmekti. Belirsizlikten korkmak yerine, belirsizliğin kollarında var olmayı öğrenmekti. O gün fark etti ki, kimlik dediğimiz şey tek bir tanıma indirgenemeyecek kadar akışkan, kökler dediğimiz şey de bir noktaya değil, içimizdeki o derin boşluğa tutunmayı gerektiriyor.

Toplumsal gözlemlerim de kuantumun o tuhaf yasalarıyla örtüşüyor sanki. Kalabalık bir sokakta yürürken, göz göze geldiğiniz bir yabancının küçük bir gülümsemesi bile, içinizdeki gri bulutları bir anda dağıtabilir. Mesafe, sandığımız kadar mutlak değildir; bir annenin kalbi, binlerce kilometre ötede uyuyan çocuğunun rüyasına usulca süzülebilir. Sevdiğimiz birinin kalp çarpıntısı, biz fark etmeden bizim içimizi de hızlandırabilir. Sanki görünmez bir enerji ağı, hepimizi birbirine bağlar; her düşünce, her his bu ağda yankılanır.

Ama modern çağ, bu ince bağların farkındalığını kaybetmiş gibi. Zamanın akışı hızlandıkça, insan da hızın girdabına kapıldı. Artık kırmızı ışıkta bile başımızı kaldırıp gökyüzüne bakmak yerine, avuç içlerimize hapsolmuş ekranlara gözlerimizi dikeriz. Anı yaşamak yerine, bir sonraki adımı hesaplamayı seçeriz. Geleceğe duyulan kaygı, zihnimizi hep bir adım ileride olmaya zorlar. Simone de Beauvoir’ın dediği gibi: ‘İnsan, özgürlüğünden korktuğu için zincirlerini kutsallaştırır.’ Biz de kaygının zincirlerini, her sabah uyanır uyanmaz takıp boynumuza asıyoruz; sanki onsuz çıplak kalacakmışız gibi, sanki kaygısızlık bizi savunmasız bırakacakmış gibi.

Oysa hepimizin omuzlarına çöken bu görünmez yük, yaşamı yalnızca daha ağır kılıyor. Belki de anlam arayışımız, kaygının en sofistike biçimi. Oysa hayat, bizim çizdiğimiz haritalardan bağımsız olarak kendi yatağında akmaya devam ediyor. Kontrol etme çabamızdan, planlarımıza sadakatimizden, gündelik koşturmalarımızdan habersizce… Belki de gerçek özgürlük, bu akışa teslim olabilme cesaretinde saklı.

Belki de hayatta kalmak, bir ceza değil; aksine, bize bahşedilmiş en büyük şans. Belirsizlik, çoğumuzun en kadim korkusu. Çocukken karanlıktan nasıl çekiniyorsak, şimdi de ‘bilinmez’in gölgesinde yaşamaya çalışıyoruz. Oysa bir çocuğun karanlık bir odada kurduğu hayaller bize insan ruhunun esnekliğini fısıldar. Karanlık, sadece bilinmeyene açılan bir kapıdır; içinde hem korkuyu hem de sonsuz ihtimalleri saklar. Belki de korku, düşündüğümüz gibi uçurumun kenarında olmak değildir; aksine, kanatlarımız olduğunu hatırlatan o baş döndürücü özgürlüktür.

Çoğumuz yıllarca başarı peşinde koşarak her terfide bir parça daha yalnızlaşıyoruz. Duvarlarımızı diploma ve başarı belgeleriyle süslüyoruz ama kalplerimiz her gün biraz daha sessizleşiyor. Peki, bütün bu kazandıklarımız neden ruhumuzu doyurmuyor? Belki de yaralarımız sandığımız gibi zayıflık değil; içeriye ışığın süzülebileceği çatlaklardır. Sevgiye açılmak için önce kırılmak gerekebilir.

Toplum olarak da kaygının pençesindeyiz. Haber başlıkları her sabah yeni bir krizle çınlıyor: İklim değişikliği, savaşlar, ekonomik çöküşler… İnsanlık kendi yarattığı kaosta debelenirken, çözüm arayan o kırılgan sesler gürültünün içinde boğuluyor. Oysa kaosun içinde bile bir düzen vardır. Nietzsche’nin sözleri kulaklarımda yankılanıyor: “Kaosun içinden bir yıldız doğurmalısın.” Belki de insan ruhu da böyledir; kırıldığında değil, kırılmasına rağmen genişleyebildiğinde ışıldar.

Ve sonunda şunu fark ettim: Hayat, bir dalga fonksiyonu gibi… İnişlerimiz, çıkışlarımız, kayıplarımız ve bulduklarımız; hepsi o fonksiyonun farklı noktaları. Yaşamı tek bir haliyle tanımlamak mümkün değil çünkü bizler de kendi içimizde sayısız ihtimali aynı anda taşıyan varlıklarız.

Ama bir başka hakikat daha var: Hayatta her şey geçici. Ne mutluluk kalıcıdır ne de acı sonsuzdur. Tıpkı akıp giden bir nehir gibi zaman da her şeyi ardında bırakır. Belki de bu geçiciliğin sebebi, insanın kendine değil; kendisini var eden Yaratıcı’ya yönelmesi içindir. Şükretmeyi hatırlamak için… Kalıcı olmayanı seyrederken kalıcı olana tutunmak için… Çünkü ancak o zaman ruh, bir aidiyet hissine kavuşur ve gerçek huzuru bulur.

Gece ne kadar uzun olursa olsun, sabah mutlaka gelir. Belki de kuantum bize en derin sırlarından birini fısıldıyordur: “İçindeki tüm olasılıklar, yalnızca cesaret ettiğinde gerçekleşebilir.” Kendi içimizdeki kaosa kucak açtığımızda, belirsizlikte bile kök salmayı öğreniriz. Çünkü insan ruhu da tıpkı evren gibi; sınırsız, sürekli genişleyen ve içinde sayısız ihtimali barındıran bir olasılıklar okyanusudur.”

“Gerçek özgürlük, belirsizliğin içinde cesaretle var olabilmektir.”

OLASILIKLARIN SONSUZ DANSINDA RUHUN KUANTUM NEFESİ

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Türkiye Aktüel ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

KAI ile Haber Hakkında Sohbet
Sohbet sistemi şu anda aktif değil. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.