Teknolojinin sınır tanımayan hızı, dijital dünyanın cazibesi ve hiç bitmeyen “yapılacaklar” listelerimiz… Çağımız, bizi sürekli daha fazlasına, daha hızlısına iten bir girdap gibi. Telefonlarımız elimizde, bildirimler ardı ardına düşüyor, sanal âlemde yüzlerce “bağlantımız” var. Peki, kaçımız gerçekten bağlı hissediyor? Kaçımız derinlemesine, samimi bir sohbetin sıcaklığını arıyor? Ne yazık ki, bu hiper-bağlantılı dünyada modern insan, paradoksal bir yalnızlığın pençesinde. Oysa en temel insani ihtiyacımız; gerçek bağ kurmak, ait olmak ve anlaşılmak.
Bu dijital illüzyonun perdesini aralayıp gerçek bir bağ kurmak, sanıldığı kadar zor değil. Aslında hepimizin içinde var olan o küçük kıvılcımı yeniden ateşlemekle başlıyor her şey. Birine samimi bir gülümseme göndermek, içten bir merhaba demek, gözlerinin içine bakarak konuşmak… Bunlar, sanal duvarları yıkan en basit ama en etkili adımlar. Klavyeden yazılan emojilerin ötesine geçerek, gerçek ses tonuyla, mimiklerle ve ruhla kurulan her etkileşim, bir nevi iyileşme süreci başlatıyor.
Peki, bu “iyileşme” sürecinde neleri hatırlamalıyız? Öncelikle, dinlemenin önemini. Karşımızdaki kişinin sözlerini sadece duymak değil, gerçekten anlamaya çalışmak, onun dünyasına adım atmaktır. Yargılamadan, etiketlemeden, sadece merakla yaklaşmak… Birinin ne iş yaptığı veya sosyal statüsü değil, içindeki insanlık asıl değerlidir. Peşin hükümlerden sıyrılarak her tanışıklığı yeni bir keşif olarak görmek, en büyük önyargıları bile yıkabilir. Çünkü gerçek değer, ünvanlarda değil, insani yakınlıktadır.
Ve unutmayalım ki ilişkiler, bir performans veya çıkar arenası değildir. Kimin kimi daha çok aradığı, kimin kime daha sık yazdığı gibi sayısal takıntılar, ilişkinin doğasına aykırıdır. Gerçek bağlar, nicelikle değil, nitelikle beslenir. Samimiyet, karşılıksız destek ve birbirine alan tanıma üzerine inşa edilir. Bir beklenti olmadan yapılan her iyilik, bir tohum gibi ekilir ve zamanla güven fidanına dönüşür. Hatalarımızı kabullenmek ve özür dilemek, kişisel olgunluğumuzun ve dürüstlüğümüzün sarsılmaz birer kanıtıdır. Gelen eleştirilere açık olmak ise, bizi daha güçlü kılan ve sürekli gelişmemizi sağlayan değerli birer adımdır.
En önemlisi de egomuzun tuzağına düşmemek. Kendimizi ayrıcalıklı görmek, başkalarından üstün sanmak, bağ kurmanın önündeki en büyük engeldir. Maskelerimizi indirip, olduğumuz gibi görünmekten çekinmemeliyiz. Çünkü gerçek güç ve mutluluk, “bir” olmaktan, yani ortak paydada buluşmaktan geçer. Göz teması kurduğumuz anlarda, içten bir gülümsemede ve koşulsuz bir yardımlaşma elinde saklıdır. Gelin, ekranların ötesindeki gerçek bağlantının peşine düşelim ve hayatlarımıza anlam katan bu en değerli iksiri yeniden keşfedelim. Belki de aradığımız huzur ve aidiyet, sadece bir “merhaba” uzağımızdadır.
FATMA YILDIZ
Tam da söylemek istediklerim, hatta yapmaya çalıştıklarımı dillendirmişsiniz.. Hem de gayet nezih, anlaşılır ve teshir eder bir üslup ile.. Sanallığın ötesine geçip, hakikatbin olmanın vakti gelmiş olmalı diye düşünüyorum.. Zaten sanal kavramına baştan beri karşıyım. Nesi sanal .. karşımızda bize yazan bir can, bir kan, bir kalp, ruh var.. incinen, üzülen, sevinen, mutlu olan bir can.. bu sebeple sanallığı aşkın bir duyarlılıkla hareket etmemiz elzemdir.. YÜREĞİNİZE SAĞLIK FATMA HANIM.. BU GÜZELLİKLERİN DEVAM VE TEMADİSİNİ TEMENNİ EDİYORUM..