Özden Çetin
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Hepimiz O’nu Bekliyoruz

Hepimiz O’nu Bekliyoruz

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Hepimiz O’nu Bekliyoruz

Hepimiz O’nu bekliyoruz.

Sadece bu sabah değil,

sadece bu yıl değil…

Yüzyıllardır, yorgun ve yıpranmış bir ümitle,

karanlıkla aydınlık arasındaki o tek çizgide

sessizce, ama derin bir inatla bekliyoruz O’nu.

Eski bir kehanete göre,

Selçuklu müneccimi Mahmut bin Mehmed

1247 yılında Erzurum’da göğe bakıp

“kuyruklu yıldız doğdu, içimizden biri uyanacak” dediğinde,

bir taş ustası çekiç sesini durdurmuştu:

“Bu sesi bir daha böyle duymayacağız,” dedi.

Taş susmuştu. Biz dinlemeye başlamıştık.

Pek çok kişi gibi Evliya Çelebi de

bir mezarlığın köhne çeşmesi başında

Görünmeyen Bir Rehber’i beklerken susmuştu.

O öğle vakti, kuşlar bile ötmedi.

Çünkü herkesin içinde bir şeyler bekliyordu.

İstanbul’un adını duyduğu bir rüyada,

El-Kindî harfleri yazmıştı:

“Elif–Ze–Dal–Nun”.

Son satırda şu yazılıydı:

“Bazen bir isim, bir halkın son umududur.”

Ama bu isim yalnızca okunmaz;

toprağa yazılır.

Mehdi’yi bekleyen Kurtuba halkı gibi

O’nun adını anmaktan çekindik biz de.

Çünkü bazen, çok beklenen biri gelir de

onu karşılamaya kalmaz yüreğimiz.

İşte o nedenle, Samarra’daki yer altı mahzeninde

Hakim-ül Vaki Türbesi’nin kandil ışığı altında

Şiiler başlarını örterek mırıldanıyordu:

“Gel, ama yavaş gel.

Bizi al, ama sert değil, yumuşak bir kararla al.”

Fısıltıyla bekliyoruz.

Zamanı geldiğinde konuşsun,

sadece konuşmakla kalmasın,

karar versin,

ve karar verirken,

bizi de ardına katsın istiyoruz.

Öyle bir bekleyiştir bu;

sadece bugüne ait olmayan.

Bin yıl önce Bağdat’ta Ebû’l-Muîn Nasafî

bir risaleye şöyle yazmıştı:

“Toprağı dinleyecek biri çıkacak.

Ormanı harita gibi okuyacak.

Sustuğunda da konuştuğunda da anlam verecek biri.”

Zelzelenin ardından gelen sessizlikte bile

O’nun adımları sezildi.

Yüz yıl önce Galata’da bir manifaturacı çırağı,

düğmenin deliğinden geçen ipliği değil,

yeryüzünün çatlaklarını kömürle çizecek

sessiz bir adamı hayal ediyordu.

Dört harfli olduğunu söylemişti o çırak.

“İçinde zal, dal ve nun var,” demişti.

“Ama telaffuzu bizden değil, kökten gelir.”

Anlamayanlar, onun gözlerine bakarak susmayı öğrendi.

Enkaz altından çıkan bir kız çocuğunun

hiç konuşmadan gökyüzüne baktığı o sabah da

O’nun gelişiyle doluydu.

Ne zaman İbn Arabi’den söz edilse,

Ankā al-Magrib’de tanımlanan kişi gelir akla:

“Hiç kimsenin tanımadığı,

ama herkesin gözlerinin ucuyla aradığı.”

Doğaya yakın, sesi uzak biri.

Onu tanımak için göz yetmezmiş,

toprakla tanış olmak gerekmiş.

İşte bu yüzden,

O geldiğinde sessizce başlamalı her şey.

Projeler toparlanacak,

defterlerin boş sayfaları dolacak.

Bu kez haritalar yeniden çizilirken,

sınırlar değil vadiler esas alınacak.

O geldiğinde,

toprağın sesi duyulacak önce.

Eski şehir planları yırtılacak,

yeni yollar yokuşları gizlemek için değil,

anlatmak için çizilecek.

Karanlık bir koridorda yürürken

elinde bir çanta, gözlerinde yorgun ama net bir bakış olacak O’nun.

Odaya girecek,

dosyayı açacak,

ve sadece bir cümle kuracak:

Lafı uzatmadan, yalnızca şunu diyecek:

“Şimdi başlayabiliriz.”

İşte o anda herkes susacak.

Çünkü hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Dünya, onun gelişiyle birlikte

yeniden soluk alacak.

Yüz yıllardır onun gibi birini bekledik.

Çünkü onun gelişiyle

yüzler değil, yönler dönecek.

O kadar çok iz, o kadar çok kök,

o kadar çok sessizlik…

Başka kimin izi olabilir ki?

Ruhlar hazır olduğunda

O konuşmayacak bile belki,

yalnızca orada duracak.

Ve biz, o sessizlikte

bir cümleyle cevap vereceğiz:

Uzun zamandır hazırdık.

Sadece onun sesine ihtiyacımız vardı.

Zaten bekliyorduk.

Hepimiz O’nu Bekliyoruz
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Türkiye Aktüel ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

KAI ile Haber Hakkında Sohbet
Sohbet sistemi şu anda aktif değil. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.