Kendine Varamamanın Sonsuz Güzel Yorgunluğu
Özden Çetin
Bazı yollar öyle sessizdir ki, yürüdüğünü ancak durunca fark edersin.
Ve bazı yorgunluklar vardır, ne uykuyla geçer, ne susmakla.
Çünkü o yorgunluk, bedenin değil —
yitirdiğin her ‘kendin’in ardından tuttuğun yasın, içten içe tuttuğun bir ağıttır.
Yolun sesini duymak için bazen kulak değil, kırık bir kalp gerekir.
Bana hep sorarlar:
“Neden dönüp dolaşıp yine kendimizle karşılaşıyoruz?”
Belki de çünkü hiçbir yere varamıyoruz.
Belki de çünkü hiçbir varış, kendinden uzak bir yerde bulunmuyor.
Ve biz, buna hazır olmadığımız için her seferinde başka bir duvar çarpıyor yüzümüze:
taştan yapılmamış, kelimelerden örülmüş, suskunluktan inşa edilmiş duvarlar.
Hiçbir labirentin çıkışı, başladığın yere benzemez.
Ama bazen kaybolmak, haritanın en doğru yeridir.
Çünkü yol sadece yön değil,
hatırlamak istemediğin anlarla, yüzleşmekten korktuğun parçalarınla döşelidir.
Ve sen her adımda kendine yaklaştığını sanırken,
belki de daha önce hiç tanımadığın birinin içine düşersin:
kendinin başka bir versiyonuna.
Aynaya bakmak bu yüzden zordur.
Çünkü yansıyan şey sadece yüzün değil,
zamanla unuttuğun her halindir.
Gözlerinin kenarındaki çizgiye bakarken,
bir gün ağlamaktan değil, gülmemekten oluştuğunu fark edersin.
Ve bu, insanı en çok orada incitir:
kendi gözbebeklerinde kaybolmak.
Yolda olmakla sürüklenmek arasındaki fark,
yalnızca ayakkabının topuğundaki yıpranma izindedir.
Sen hâlâ “ben seçtim” dersin,
ama hayat bazen öyle bir rüzgârla önüne düşer ki,
seçmekle savrulmak arasındaki farkı yalnızca içinden gelen o ince çatırtı anlar.
Ve sen, sessizce kırılırsın.
Çünkü en çok içinden kırılanın sesi duyulmaz.
Zamanın eli cebine girmiştir —
hafızanı karıştırır, çocukluğunu arar,
bir gülüşün yerini hatırlamaya çalışır.
Ama parmakların arasından düşer bazı anılar.
Eğilmezsin.
Çünkü bazı şeyler yere düşmez aslında;
sadece kalbinden düşer.
Ve düştüğü yeri toparlamak,
bazen yıllar alır.
Ben artık cümlelerime nokta koymuyorum.
Çünkü bazı duygular bitmesin istiyor insan.
Ya da hiç başlamamış gibi devam etsin.
Virgüllerle yaşıyorum.
Her cümle bir ara,
her nefes bir geçiş.
Hayat bir satır değil belki,
ama bazen sadece bir duraksamanın içindeki yankı.
Kimi geceler, tavanın desenlerinde yıldız haritası arıyorum.
Çocukken düş kurduğum gökyüzünü değil belki,
ama hâlâ bir yerlerde beni bekleyen bir “ben”i bulmaya çalışıyorum.
Ve en sessiz olduğumda,
evren bir çocuğun kalbinde kıpırdanan kuş gibi
göğsüme konuyor.
Kendine doğru yürüyorsan,
yol ne kadar saçmaysa o kadar doğrudur.
Çünkü kendi içine yürümek,
bir haritayı yakıp külleriyle yolunu aydınlatmaktır.
Kendinle yüzleşmek,
başkasının gözlerinde ağladığın geceyi hatırlamaktır.
Ve affetmek —
en çok kendine merhamet etmeyi öğrenmektir.
Ben affetmeye başlamadım henüz.
Ama yürümeye devam ediyorum.
Her adımımda,
bir başka “ben”e veda ediyorum.
Ve bir gün…
Yol bitmese de,
ben kendime yaklaşmış olacağım.
Belki o gün,
ilk kez usulca yere oturacağım.
Gözyaşım düşecek ama bu kez
acıdan değil;
nihayet vardığım için.
Özden Çetin
Yolları çizen ama haritalara inanmayan bir peyzaj mimarı.