Gabriel García Márquez’in Kırmızı Pazartesi’ni bilirsiniz. Bir kasabanın gözleri önünde, herkesin bildiği ama kimsenin durdurmadığı bir cinayet… Santiago Nasar, adım adım ölüme yürürken bütün kasaba seyirci kalır. Herkesin dilinde aynı cümle: “Bir şey yapamazdık.”
Bugün Filistin’e bakınca, sanki romanın sayfaları kanla yeniden yazılıyor. Fakat fark şu: Orada cinayet bir gün yaşandı, burada ise her gün. Kırmızı Pazartesi, takvime kazınmış tek bir gün değil artık. Filistin’de pazartesi de salı da çarşamba da kıpkırmızı.
Gazze’nin enkaza dönmüş sokakları, Márquez’in kasabasını bile gölgede bırakıyor. Çünkü burada cinayet bireysel değil, topluca. Santiago Nasar artık tek bir isim değil; çocukların adı Santiago, annelerin adı Santiago, babaların adı Santiago… Kırmızı Pazartesi’nin maktulü bir kişi değil, bir halk.
İsrail’in tankları ve uçakları, romanın ikiz kardeşleri gibi: “Biz öldürmek zorundayız” derken, dünyanın büyük güçleri kasabanın suskun halkına dönüşüyor. Herkes biliyor, herkes görüyor, herkes konuşuyor, halklar da aktif ama köşebaşındaki gölge sahipleri manidar davranıyor. Seyirci kalmakla suç ortaklığı arasındaki ince çizgi çoktan silinmiş durumda.
Márquez yaşasaydı belki şöyle derdi:
“Latin Amerika’da kader vardı; Filistin’de kaderin yerini kayıtsızlık aldı. Burada Santiago, sadece Santiago değil. Artık adı Filistin, adı Gazze, adı Kudüs.”
Ve işte buradaki en acı gerçek: Bu kitabın kapağında artık Gabriel García Márquez yazmıyor.
Kırmızı Pazartesi
Yazan: İsrail Devleti
Ama bu bir roman değil, gerçek. Her gün yeni baskısı yapılıyor, her baskısında daha çok kan, daha çok çocuk, daha çok masum… Okuyan yok, sadece yaşayanlar var.
Üstelik bu kırmızılık yalnızca Filistin’le sınırlı değil. 1995’te Bosna’da, Srebrenitsa’nın karanlık ormanlarında da aynı kader yazılmıştı. Binlerce Müslüman, dünyanın gözü önünde, barış gücü askerlerinin sessizliğiyle katledilmişti. O gün de herkes biliyordu, herkes seyrediyordu.
Doğu Türkistan’da milyonlarca insanın kimliği, inancı, kültürü siliniyor. Arakan’da evleri yakılan, denizlere sürülen mazlumların gözyaşları hâlâ tuzlu sulara karışıyor. Moro Müslümanları yüzyıllardır aynı hikâyeyi anlatıyor: kimliğini arayan ama zulümle bastırılan bir halk. Ve ismini bile unuttuğumuz nice mazlum coğrafya… Sesleri duyulmayan, yaraları sarılmayan, tarihin kenarına itilen toplumlar.
Bir gün tarih bu günleri yazacak. İsrail’in ve benzerlerinin adı yalnızca devletler listesinde değil, Kırmızı Pazartesi Katilleri başlığı altında da anılacak. Ve bizler ya bu cinayetlerin sessiz seyircileri olacağız ya da Márquez’in kahramanlarını utandıracak bir cesaretle “artık yeter” diyeceğiz.
Çünkü takvim kanla yazılmaya devam ediyor.
Ve soru hâlâ ortada:
Biz, bu kasabanın seyircileri olarak mı kalacağız ?